İngiliz yapımı olan bu dizinin benim için en güzel yanı sadece 3 bölümden olaşan bir mini dizi olması ve tabii ki kulağıma sağladığı British aksanı :) Dizi çok satanlar listesinde yer alan bir kitaptan uyarlama ve güçlü bir kurgu ile ilerliyor. 1943 ve 2012 yıllarında yaşanan olayları üst üste örtüştürerek anlatması bana önce zaman kayması mantığını mı uygulayacaklar diye düşündürürken sonradan aslında bir hayaletli ev senaryosu olduğu ortaya çıktı. Fakat içinde fazlaca dram barındıran bir senaryo.
Keyifle izledim ve izlenmeye değer olduğunu düşünmekteyim. Şöyle ki;
Giriş:
Hayaletli filmlerin vazgeçilmezi ürkünç ev Crickley Hall |
Çocuğunu arayan zavallı anne Eve |
Kaybolan Cam'den sonra kalan diğer 3 aile üyesi Loren burada göründüğü gibi kambur değil. Gabe ise burada göründüğü gibi çok yakışıklı |
Uzun aramalara rağmen küçük Cam'den bir haber gelmemiş ve kaybolmasının üzerinden 1 yıl geçmiştir. Yakışıklı babamız Gabe acılı annenin ızdırabının yıl dönümünde artacağını düşündüğünden şehir dışında aldığı kısa süreli bir iş teklifini kabul eder ve ailece uzak bir kasabada uzun zamandır boş olan (acaba neden?) gözlerden ırak büyük bir eve taşınırlar. 'Ev değil şato şato' diyesim geliyor.. Buraya yerleşen aile kasabanın ve evin geçmişini öğrendikçe gerilim artıyor. Ev 2. Dünya Savaşı sırasında yetimhane olarak kullanılmış ve muhtemelen evi yer altı deresinin üzerine inşa edip bodruma bir kuyu yerleştiren mimarın azizliğine uğrayarak, içinde yaşayan herkesi çıkan büyük sele teslim etmiştir. (Bunun aslında bu kadarla kalmadığını acı bir şekilde öğreniyoruz son bölümde.)
Bir vazgeçilmez daha: Sararmış fotoğraflar! Yetimler, sayko müdür, müdürün kardeşi ve kıvırcık saçları ve tertemiz yüreği ile Nancy |
Allah kimsenin çocuğunu düşürmesin! |
Sayko müdürümüzün düsturu! Ağaç yaşken eğilir gibi bir şey. |
Dizinin sonu hiç beklenmedik gerçeklerle bitiyor. Gerçekten tatmin edici. Geçmiş ve günümüz ile ilgili açıklanmamış bir şey kalmıyor. 3 bölüm boyunca çocukların haline üzülüyor, kurtulacakları fikri doğdukça heyecanlanıyor, yeni sırlar açığa çıktıkça meraklanıyor, bodrum kapısı açıldıkça, ıslak ayak izlerini gördükçe ve kızılcık sopasının havaya vurunca çıkan sesini duydukça gerim gerim geriliyorsunuz. Geçmiş ile günümüzdeki olayların eşleştirilerek ilerlemesi diziyi renklendirmiş.
Dizide her şey mükemmel mi? Tabi ki hayır! Son bölüm ömrümde izlediğim en kötü çürümüş ceset ve hayalet arası beden görüntüsüne yer veriyor. Hiç olmasaymış, sadece ses olarak veya diğerleri gibi sadece hayalet olarak kalsaymış daha iyi olurdu. Ailenin hayaletlere karşı vurdum duymazlığı da çok sinir bozucu. Üst kattan sesler gelirken Loren kızımız dikkatini dağıtabilmek için kulaklıkları takıp müzik dinliyor. Hayaletler bize zarar veremezler vurgusunu yapıp yapıp devamlı kendilerine vurulan sopalardan viyaklamaları da cabası. Hele herkese hemen güvenmeleri yok mu? Nancy'nin müdürden saklanmak için bodruma saklandığında şahit olduğu şey üzre kaçmak yerine bön bön gelin beni yakalayın diye beklemesi de çok saçmaydı.
Son olarak eklemek istediğim dizinin konusu İspanya yapımı El Orfonato filmini bana çok hatırlattı. Kurgusu çok farklıydı tabi ama yeni taşınılan bir ev, yetimhane, ölmüş çocukların hayaletleri ve kayıp oğlunu arayan umutsuz bir anne. The Secret of Crickley Hall'da geçmiş ile günümüzü eşleştirme fikrini çok beğendim El Orfonato filminde ise olayların çözümünde kullanılan oyun mantığı çok hoşuma gitmişti.
NOT: Bu yazıyı yazarken ofis arkadaşım arkamdan geçti. Gölgesini gördüğüm anda sıçradım! Gerildim mi? Yoo ne alakası var...