15 Aralık 2011 Perşembe

Değişen Fikirler

Çocuktan önce ve çocuktan sonra insanın hayatı tamamen değişiyor. Çok normal bu. Ama değişen fikirler ve tahammüller de var. İşin enteresan kısmı o.

Ben mesela bebekleri ve çocukları pek kucaklayarak sevmezdim. Neden mi?

-Çocuklar sümüklü olur.
-Çocuklar salyalı olur.
-Çocukların elleri pis olur çünkü herşeye değerler.
-Çocukların yüzleri pis olur çünkü yedikleri herşeyi sıvaştırırlar.
-Çocuklar gıcık cevaplar vererek sizi rezil edebilir.
-Çocukların saçlarından yapışık nesneler çıkabilir.
-Bebekler kaka kokabilir.
-Bebekler çiş kokabilir.
-Bebekler salya konusunda çocukları fazlasıyla geçebilir.
-Bebekler üzerinize kusabilir.
-Bebekler dolayısıyla kusmuk kokabilir.
-Bebekler kucağınıza aldığınızda ağlayarak sizi rezil edebilir.

Bu gibi sebepler beni bebeklerden de çocuklardan da biraz uzak tutardı. Hamileyken 2.ye hamile olan bir arkadaşım başka bir arkadaşımın 5 aylık kızını seviyordu. Ama nasıl seviyor ayıla bayıla. Bebek bunun yanağını ağzına yapıştırdı, yoğun bir salya sızıntısı arkadaşımın yanağından boynuna doğru yol almaya başladı. Ben gözlerim iri iri, midemde kelebeklerle olayı izliyorum. Oyy ben seni yerim, oyy ben seni mıncıklarımlar arasında bir farkettim ki o salyadan tek rahatsız olan benim. Ne annesi ay kusura bakma dur sileyim dedi, ne arkadaşım ıyyy yanağım ıslandı dedi. Arkadaşım yanağını silmedi bile anlamadım, o salya kendi kendine kurudu galiba. O zaman anlamadım ama şimdi anlıyorum işte.

Şimdi bir bebek gelsin yanıma çişte koksa kaka da koksa kusmuk da koksa ben gene de cennet kokusunu alıyorum onun. Salyası, sümüğü, yediği, kustuğu bulaşsın üstüme ne olacak, zaten bizimkinden kalan temiz bir yer bulmaları çok zor bulaştırmak için. Çocuk pis olacak tabi çünkü anlıyorum ki bir annenin o çocuğu her daim tertemiz tutması için ışık hızıyla hareket ediyor olması gerek. Akan burunun silinmesi, ellerin yıkanması, saçların toplanması ve bunun her an tekrar tekrar yapılması yetişmesi zor bir kısır döngü. Salıyor gidiyor anne bazen. İşte o zaman benim gibi daha gerçeklerle yüzleşememiş biri çocuğa bakıyor ve 'Iyyy' diyor. 'Hiç mi temizlemiyor annesi bunu...'

Hadi ordan!!!

7 Aralık 2011 Çarşamba

Macera Dolu Amerika


Oldu en sonunda oldu bim bam booomm.. Bursuydu, vizesiydi, DS-iydi, formlarıydı, belgeleriydi, dolarıydı, bavuluydu, valiziydi, biletiydi derken hoooppp Neko ve ailesi sonunda kendini Amerika'ya attı. Hemde geleli neredeyse 3 ay olacak...

Evet bizim meslekte herkes bir seneliğine gidiyor Amerika'ya. Ama ben büyük oynadım! Gidiyorsak iyi bir yer olsun dedim, isterse pahalı olsun idare ederiz dedim. Los Angeles'dayım. Koca burda bızdık kızım burda ben burda. Beverly Hills'e o kadar yakınım ki. Akşam gezmesine Walk of Fame' e gidebiliyorum. Terasımdan kulesini görebildiğim Fox sinemasında gerçekleşen galaları karşı kaldırımdan da olsa izleyebiliyorum. Teras dediysem öyle büyük amerikan evlerinden değil. 1+1 ama salondan büyük terası olan içine bolca güneş alan çok güzel bir evim var. Pahalı, çok pahalı ama Beverly Hills'e komşuyuz var mı ötesi :)

Burada hayatım çok daha yoğun. Çünkü en büyük desteğim annemsiz kaldım burda. Aramıza okyanus girince herşey benim üstüme kaldı. Kızım, evim, işim, kocam.

Az çok idare ediyorum. Daha çok yazmak istiyorum çok çok, yazacak o kadar çok şey var ki. Ekleyecek bir sürü resim var.. Ahh zaman, bana daha çok zaman ne olur bana biraz daha fazla zaman. 26 saat falan yaşasam günleri mesela. Çok mu zor?..

9 Ağustos 2011 Salı

Kızımı Kıskanıyorum


Kızım şu an 13 aylık. Hayat ona güzel.

Ben de istiyorum beni bu kadar çok sevsinler.

Bir dedem olsun her istediğimi yapan, beni parka götüren, yorulsa bile sırf ben istiyorum diye kalkıp beni yürüten.

Bir babam olsun hep beni kucağında taşıyan, en kıymetli eşyası olan iphoneunu bile ben istediğimde gözünü kırpmadan bana verebilen.

Bir anneannem olsun bana hiç kızmayan, annem yokken yanımda olan, bana onu aratmayan.

Çok sevdiğim birşeyi içerken uyuya kalayım, bunu istediğim her zaman yapayım, gece uyandığımda kaldığım yerden devam edeyim, bir seslendiğimde en sevdiğim yanımda olsun derdime derman olsun.

Banyomu her gün başkaları yaptırsın ben hiç yorulmayayım. Banyo sonrası masajım olsun, hikayelerim olsun.

Her gün gezmeye gideyim. Her gün yeni birşey keşfedeyim. Çevremdeki herşey bana oyuncak olsun, hepsi bana büyük keyif versin.

Annem beni sürekli öpsün, her fırsatta öpsün, ninnilerle uyutulayım, uyurken öpüleyim, uyanınca öpüleyim.

Yemeklerimi başkaları yapsın bana yedirsin. İstersem kendim yiyeyim istemezsem annem yedirsin.

Tuvalete gitmekle zaman harcamayayım altıma yapayım beni temizlesinler.

Beni her gören ne kadar şirin ve güzel olduğumu düşünsün. Herkes beni sevsin çok sevsin.

Hayat, para, trafik, siyaset, savaş, barış hiç umrumda olmasın. Tek derdim karnım doysun, annem yanımda olsun olsun.

Mutlu olmak çok kolay olsun.

Kızımın yerinde olmayı çok isterdim be.

Data Toplama Sancıları



Bir doktora yapmayan bir mastır yapmayan bilemez bunun ne zor olduğunu. Önce ne toplayacağına karar verirsin. Neye bakayım ne araştırayım neyle toplayayım falan. Senin fikrini hocan beğenmez, hocanın fikrini ise sen beğenmezsin gibi bir seçenek olamaz zaten. O söyler sen yaparsın. Karar verilmesi aylar alır ki bu esnada zırt pırt değişen fikirler yüzüden verdiğin emekler yaptığın araştırmalar vs. boşa gider. Boşa giden emekleri umursamayan hocaların sana yeni uğraşlar ekler.

Aylar sonra sonunda data toplamaya başlarsın. Git müdürü ikna et, öğretmeni ikna et, ve esas katılımcı öğrencilere ulaş. Onları ikna etmek için şeker çikolata vs ayarla. Hele ben gibi deneysel çalışıyorsan öğretmeni ikna etmek için 5 takla, süreçte bırakmak istediğinde vaz geçmesin diye 10 takla, getirdiğin aktiviteleri düzgün uygulasın diye 15 takla at. (Saolsunlar ama iyi altından kalktılar)

Bu süreç bana ağır geldi vesselam. Bitti mi? Bitti! Son anketi uyguladığım gün, son datayı aldığım gün ne yapacağımı şaşırdım gülsem mi ağlasam mı? Koca bir dönemi buldu bitmesi ama bitti. Bu esnada ben yalancı da oldum, düzenbaz da oldum, haketmediği halde karşısındakini öven, haksız değilken özür dileyen, içinde fırtınalar koparken herkese sürekli gülücük gösteren, patlama moduna geldiğinde Koca tarafından sakinleştirilen biri oldum. Hayatımda gördüğüm en rüküş kadına nasılım diye sorduğunda çok şık demek zorunda da kaldım, ters giden noktaları hocamdan saklamak zorunda da.

Çocuğumun 2 ayını kaçırdım, sadece emzirdim, akşamları uyuttum. Tüm sorumluluk annemdeydi. Ahh annem sen olmasan...

En güzeli bitmiş olması. Şimdi o anketlerdeki verileri bilgisayara giriyorum. Tek tek. Elle. 6 sınıf x 12 anket. O 12 anketin tonlarca maddesi.

Girince bitecek mi? Hayır! Dua edelim de analzilerden işe yarar bir şeyler çıksın...

Nefret Ediyorum!



Ondan nefret ediyorum. Ondan. O yalancı kızdan, o kişiliği gelişmemiş, kendi kararlarını kendisi veremeyen, verdiği kararın arkasında duramayan, bize öyle başkasına böyle olan, abimi kıran, babamı üzen, annemi sarsan o kızdan! O bencilden o nankörden, o merhametten maraz doğar lafının en net göstergesinden, aklı baki olamamış, yaşı büyümüş ama zekası sabit kalmış o zavallıdan! Hayallerimizi yıkan, verilen hiç bir emeği haketmeyen o aptaldan!

Tüm hazırlıklar tamamken, 2 hafta kala evlenmek istemiyorum diye düğünü iptal ettiren, telefonunu açıp karşımızda konuşabilecek kadar bile medeni cesareti olmayan o akılsızdan nefret ediyorum!

Hayatımda ilk defa birinden nefret ediyorum. Affedemiyorum, hazmedemiyorum, düşündükçe kendi kendimi yiyorum. Çocuğumu evde bırakıpta ona ayırdığım tüm zamanlar, onun için yaptığım düşündüğüm söylediğim herşey haram olsun! Elime verseler saçını başını yolarım o kadar nefret içindeyim.

Ona dair çok dileklerim var. Ama Allah'a bırakıyorum. O en iyisini bilir nasıl olsa.

Gene Ben

Sevgili blog,

Yoktum bayağıdır döndüm. Ama sen de yoktun, kapatmışlardı seni. Açılsan da dönemedim. Ama bak döndüm şimdi. Kabul edersin di mi beni? Edersin edersin...

24 Şubat 2011 Perşembe

Bir Telefonla Giden Yıllarım


Geçen günlerden biri. Sıradan başlayan öyle devam eden bir gün. Ofisteyim saat 15.00 civarlarında. Sabah erken gelmişim, çalışmışım, yarım saatlik işimi de bitirirsem çıkıp kızıma kavuşacağım. Telefonuma baktım ki evden aranmışım. Hemde 3 saat önce. Kızım uyuyunca annem arıyor beni, neler yaptıklarını anlatıyor. Ben aramıyorum çünkü uyuyorken ararsam uyanıyor sese. Üzüldüm telefonu duyup da açmamış olmadığıma. Geri arasam mı aramasam mı diye düşünürken anneme sormam gereken şimdi hatırlamadığım hatta telefonu kapatır kapatmaz çoktan unutmuş olduğum başka bir sebep daha çıktı aramam için. Aradım.

Annem açtı. Ne zaman geliyorsun, baban da burda gibi rutin muhabbetten sonra birden aklına söylemesi gerekenler geldi, ses tonu değişti. "Seni aramıştım açmadın, geri de aramadın, ayyy ne oldu bu gün biliyor musun" dedi değişmiş sesi. Oturuyordum yerimden kalktım, duramadım iki adım yürüdüm, kalp atışım hızlandı. Ne oldu dedim sadece.

Annem başladı anlatmaya: Ay sabah hiçbir şeyi yoktu, siz gittiniz kahvaltısını yaptı, sonra sütünü içti bu... Buraya kadar benim seçebildiğim sözler sadece şuydu: sabah hiçbir şeyi yoktu! Yani sonra vardı, yani sonra birşey oldu ama ne oldu! Tek öğrenmek istediğim oydu, ne oldu! Sadece ee diyebildim bir an önce öğrenmek için.

Annem devam etti: Sonra oyun oynadık güzelce sonra acıkınca çorbasını verdim yedi iştahla, sonra meyve suyu sıkım verdim bir güzel içti, çok sorunsuz yedi içti halbuki. Sonra uyumuştu. Burda da seçebildiğim son 2 cümleydi, halbuki iyi yemiş içmişti ama sonra birşey olmuştu. Ama ne! Uyumuştu. O anda annemin sesi değiştiğinden beri tıkır tıkır çalışan psikopat senaryo yazarı beynim bir çok seçeneği eleyerek en uygununu film halinde koydu karşıma. Kızım uyumuştu ama uyanamadı. Annem onu uynadırmak istedi ama uyanamadı, uyanmadı.

Ayakta duramadım masaya dayandım. O 2-3 saniye içinde beynimin diğer yarısı yazar kısımla savaşmaya başladı. Öyle kötü birşey olsa çoktan duyardın dedi, öbürü aradılar ama ulaşamadılar sana dedi, öyle olsa sana ulaşamayınca kocanı ararlar ve o sana kesin ulaşırdı dedi beriki, Üstüne ekledi bak annen o kadar da kötü konuşmuyor diye, öyle olsa böyle mi konuşurdu ağlar falan olurdu şimdi. Senaryo yazarı bozuldu buna o zaman al sana dedi yeni bir senaryo attı ortaya: Kızım uyuyordu ama hala uyuyordu bayılmıştı ve uyanmıyordu. Öyle olsa evde olmaz hastanede olurlar dedi öbürü ve susturdu yazarı. O arada ben masaya dayalı da duramaz elim ayağım titrer, gözlerim fal taşı gibi açık annemin duymam gereken şeyi söylemesini bekledim kaygıyla.
Ofistekiler sustu, korktu, sıradaki tepkimi merakla beklediler anlamak için olanları. Sonunda dayanamayıp anne ne oldu doğru düzgün söyle bir uzatma diyebildim titrek sesimle. Kızım yüz üstü uyurken kusmuştu. Kusmuş, uyanmamış, içinde yoğurt çorbası meyve suyu ve anne sütü karışımı olan kusmuğunun içinde mışıl mışıl uyumaya devam etmişti. Annem bunu yanağında beyaz birşey görünce farketmişti. Benim tek diyebildiğim, kustu mu, uyandı mı, şimdi nasıl? oldu. Biraz şaşkın biraz rahatlamış hala da piskopat yazarın yanlış duydun öyle değil olay aslında daha kötü gibi son çırpınışlarıyla cebelleşir bir halde.

Evet kızım hiç kusan bir bebek değil, evet uyanmamış kusmuş o halde de uyumuş olması olağanüstü bir durum. Ama annemin o telefonu sarstı beni. Telefonu kapattım bir süre daha konuştuktan sonra. Ofistekiler bebek kusar ya korkma o kadar falan diye beni teselli etmeye çalıştılar. Tek diyebildiğim daha kötü birşey... oldu.

Söylemek istediğim açıklamak istediğim başka şeylerde vardı. Annem öyle konuşunca korktuğum, söylemediği için bir sürü şeyin zihnime dolduğu, çok daha kötü birşey oldu sandığım, uyanmadı diyecek sandığım vs... Ama sonrasına hıçkırıklarım izin vermedi.

Bir gün böyle bir telefon alabilme düşüncesi bile, o anın ihtimalini 5 saniyelik hissetmek bile yarım saat ağlatırken beni, yazar beynim boş kalmayıp bir kısa film gösterdi bana.. Yaşadığım stres yüzünden üzerinde adım yazan takvimden tomar tomar uçuşup giden yapraklardı perdede dönen...

11 Şubat 2011 Cuma

Nasıl Yani?


Geçen gün neredeyse bir senedir olmayan şey oldu. Neredeyse bir senedir beni yiyip bitiren şey son buldu! Motive oldum, egom yerine geldi, yapabilirim dedim kendi kendime yeniden.

Hocalarım tezim için hazırladığım birşeyi beğendiler!! Bir senedir verdikleri olmamış, iyi değil, istenilen değil vs gibi cevaplar değildi verdikleri. Çok hoş olmuş, kendini verince çok güzel şeyler çıkartıyorsun dediler.

Her ne kadar elimdeki daha devede kulaksa da bana çok yaradı. Maili okuduğumda neredeyse ağlayacaktım hayu!!!

6 Ocak 2011 Perşembe

Bir Annenin Anatomisi

Anne olunca insan herşeyi bir yana bırakıyor. Bebek dünyanın merkezi, bebek annenin hayatının merkezi. Ben çok değiştim. Yukarıdan aşağıya, tepeden tırnağa. Aşağıda yazanlar benim ve çevremde gördüğüm birkaç taze annenin durumlarından esinlenilerek yazılmıştır. Böyle olmayan anneler eminim vardır. Saygı duyarım...

Annenin anatomisi: En tepeden başlayarak...



Saçlar:
Toplanabilecek kadar uzun, çabuk köpürüp kuruyacak kadar kısa kesilmiştir. Fön, perma boya vs gibi çeşitli bakımlardan geçmeyeli uzun zaman olmuştur, yakın zaman da da zor görür.Genelde bir lastik ile sıkıca toplandığı için tepe kısmı kabarıklığını kaybetmiş basık bir şekil almıştır. Hızla dökülmektedir, dahası bebek biraz büyüyünce (kalırsa tabi) o minik eller tarafından tutam tutam yolunmaya mahkumdur.

Beyin:
Doğumdan sonra yarısı yitirilmiş, öncesinde sahip olunan pratik zeka, hazır cevaplık, parlak hafıza törpülenmiş gitmiştir. Yerini yapmayı düşündüğün şeyi yaptın zannettiren bir hafıza, her gün yapman gerekenleri sürekli unutturan bir akıl, sürekli kötü şeyleri önüne sergileyen bir beyin almıştır. En acısı evden çıkarken yanına alman gerekenleri unutmaktır (ıslak mendil veya emzik gibi). Beynin görevi vücudu idare etmenin yanısıra her dakika olabilecek kötü şeylerin hayallerini size gösterip sizi psikopata çevirmektir. Uyuyan bebeğinizi kontrole mi gidiyorsunuz, o koridor boyunca gördüğünüz ya bebek nefes almıyorsa, ya örtüsü suratına kapandıysa,ya kustu da boğulduysa, ya mosmor görürsem, ya ölmüşse hatta ya orada yoksa!!! gibi abuk subuk tüyler ürpertici sahneyi yaşar, o anlarda çekeceğiniz acıyı çeker, öyle olmadığını görünce yaratana şükredersiniz. İki çözümü vardır, ya sürekli başında durup sık sık bakacaksınız (düşünmeye fırsat vermeden), ya da sürekli başka şeylerle oyalanacaksınız. İkinciyi yapabilen var mıdır bilmem, ama ben yapamadım.

Gözler:
Uykusuzluktan hafif kızarmış, altında mor torbalar barındıran bir hal almıştır. Mutluluktan, hüzünden, üzüntüden ve her türlü şeyden, olur olmaz her türlü şeyden yaşarmaya dünden hazırdır. Görevi bebeğin üzerinden ayrılmamak olan bu iki yuvarlak bazen beyin ile bir olup abuk subuk şeyler yaparlar. Bebeğin yanından birşeyler uçuştuğunu, beşiğin yanındaki bembeyaz duvarda siyah kocaman bir böcek olduğunu, loş ışıkta bebeğin suratında veya vücudunda bir anormallik olduğunu göstermekten ve anneye eziyet etmekten hiç çekinmezler. Bir başka görevi ise emzrime esnasında bebek ile temas kurmaktır. Tabi bebek de bunu istiyorsa...

Burun:
En önemli görevi bebeğin o mis kokusunu annenin hücrelerine taşımak ve anneye mutluluk aşılamaktır. Arada bez değiştirme sinyali için de kullanılabilir. :)Bir diğer görevi ise sigara veya ozon gibi zararlı maddelerin varlığını belirlemek ve anneyi bebeği uzaklaştırması için uyarmaktır.

Kulaklar:
Doğumdan itibaren bebeğin sesine odaklanırlar. Hık dese mık dese anneye iletiler. Gözlerden geri kalmayarak beyin ile işbirliği yapıp, olmadığı halde bebeğinizin sesini duyururlar. Öyleki bebek kucağınızdayken odadan sesini duyar, kendinizi uyandığı kanaatine varırken bulursunuz.

Ağız:
Dudakların görevi bebeği küçük küçük öpmek, ağızın görevi ise içine giren yiyecekleri eskisinden çok daha hızlı bir şekilde mideye göndermektir. Zira yemek yemeğe vakit yoktur, bebek ağlıyordur.

Dil:
Bebeğe tatlı tatlı ninni söyler, çevredekilere ise pek tatlı şeyler söylemez.

Omuzlar:
Bebeğin başını koyup pışpışlayarak uyutulabileceği ideal bir mekandır. Zaman geçtikçe artan kilolar hasebiyle ağrıyacak, zorlanacak ama yine de görevinden vazgeçmeyecektir.

Eller:
Normal olarak emzirme öncesi, alt değiştirme sonrası ve normal olmayarak psikopat annenin mikrop bulaşmasın diye dakika başına yıkaması üzerine iki kabuklu sürüngen görünümünü almışlardır. Yer yer çatlaklardan sızan kanlar can yakmakta hiçbir krem fayda etmemektedir. Zaten bebeğe dokunacağınız için krem de süremezsiniz. Tek çözümü kalıp sabun kullanmak, elleri çok iyi durulamak, fırsat bulabildikçe kremlemek ve sabretmektir. Tırnaklar uzun zamandır manikür yüzü görmemiştir, dipten kesilmiş zaman bulunduysa belki törpülenmiştir. Bebeğin orasını burasını çizecek değilsiniz ya. Parlatıcı, oje, fransız gibi terimler uzun bir süre hayatımıza dönemeyecektir.

Göğüsler:
Görevini yazmama gerek yok sanırım. Vücutta birkaç dakika içinde fizyolojisi bu kadar değişebilen başka bir organ bulmak mümkün değil. Süt ile dolduğunda slikonlu görünümüne kavuşan bu organ bebek tarafından boşaltıldığında iki boş kese gibi sarkık bir hal almaktadır. Uçları çatlamış, yara olmuş, kanamış olabilir, zamanla emilmeye ve sömürülmeye alışacaktır. Çözümü gene sabır, ve lanolinli kremlerdir.

Kalp
İçinde var olan tüm sevgileri bir kenara sıkıştırmış, orta yere kocaman bir şekilde bebeği yerleştirmiştir. Bebeğin sevgisiyle dolar taşar...

Sırt ve Bel:
Emziren annenin sırt ağrısı dünyada görülmemiş bir ağrıdır. Omurga bel ve sırt her daim ağrır belli hareketleri yapmanıza engel olur ve masajla geçmez. Kas gevşetici, ağrı kesici vs alamazsınız. Dik durmaya da çalışsanız, yastıklar da kullansanız ağrıyacak ağrıyacak ve ağrıyacaktır. İleride geçecek midir? Hayır, bebek büyüdükçe daha da ağrıyacaktır.

Göbek:
İçinden kocaman bir şey çıktığı için şişirilip söndürülmüş balon gibidir. Buruşuk, sarkık, yumuşak, ama hala tombul. Doğumdan hemen sonra içi boşalınca nasıl olsa inecek sanılan göbeğin inmesi yaklaşık 2-3 ay almakta o süre zarfında size her zaman böyle kalacağım hissini doya doya yaşatmaktadır. Hamile kadınların bu konuda şanssız %80'indenseniz sahip olduğunuz çatlaklar griden pembeye döner ve buruşuk göbeğinize tadından yenmez bir görünüm sağlar. İşin en kötü tarafı da onların asla geçmeyeceğini bilmektir.

Bikini Bölgesi:
Eğer normal doğum yaptıysanız 'Bak şu konuşana' filmindeki bir replikte geçtiği gibi "limon kadar delikten karpuz kadar bir şey geçmiştir", sezaryen olmuşsanız göbekle arasında 4 parmak kadar bir dikiş vardır. Daha ne olsun!!! Sahip olunan dikişler, kahkahayla gülmenize, öksürmenize ve hapşurmanıza izin vermez.

Bacaklar ve Ayaklar:
Ödemi inmiştir. Heyoo... Yeni görevleri bebişin giderek artan ağırlığını annenin taşımasına yardım etmek, yere sağlam bastırmaktır. Bazen sallayarak bebeği uyutma görevi de üstlenebilirler ama bu pek tavsiye edilmemektedir. Bacaklar eski prüzsüz güzelliğine kavuşabilmek için daha çok bekleyecek, ayak tırnaklarının varlığı ise canınızı acıtmaya başlayana kadar unutulacaktır...

Öte Yandan
Bunların hepsi gerçekten var olsa da şikayet edilecek şeyler değil aslında. Annelik dünyanın en güzel duygusu. Bunların 10 katı bile gelse gene vazgeçmem anne olmaktan. Olumlu tarafları saymakla bitmez. Bunlar sadece bir kaç espri o kadar...