31 Aralık 2009 Perşembe

Yeni yıl Yeni yıl Yeni yıl Yeni yıl Herkese kutlu olsuun..



2010 herkesin en güzel yılı olsun...

Hala dinlememiş olanlar varsa aşağıdaki linkteki şarkıyı onlara armağan ediyorum :D Dahada gelmem 2009'a...

http://www.zil-zurna.com/

29 Aralık 2009 Salı

Maskeli Neko


Efendim malumunuz her yerde domuz gribi virüsü olma riski son derece yüksek. El yıkamak tuzlu suyla gargara vs bi yere kadar koruyabilir. Arkadaşımın doktorununun da dediği üzere sizden önce birisi o noktada hapşurmuş gitmiştir oradan geçer nefes alırsınız hoop virüs sizde. Eve git elini yıka neye yarayacak bakalım.

Kendi doktorum tavsiye etmese de ben aşı olmak istiyorum. 12 hafta dolsun fikrimi değiştiren birşey olmazsa gidip aşı olacağım. Koca oldu. Bana taşımamak için oldu.

Alışveriş merkezlerine giderken maske akıyorum artık. Koca merkezde bi ben takıyor oluyorum genelde. Garip bakışlar, uzaklaşmalar, fısıltılar umurumda değil. Benden ne kadar uzak geçseler bana o kadar iyi açıkcası. Hamileyim ben ve hastalanırsam sizin kadar rahat atlatamayabilirim. Normal karşılanmak için illa görünen bir göbeğim mi olmalı? Hastaysa evde yatmalı gibi mırıltıar bile duydum :D En komiği de oydu.

Neyse Mango'da küçük bir kız annesine beni gösteriyor anne bu abla hasta mı diye. Ama ben duymayayım die fısıltıyla söyledi. Bense onun bakışlarını çok önceden yakalamıştım zaten :) Annesi neden sordun ona göre mi yaklaşacaksın dedi. Babası ise aslında bu hepimizin alması gereken bir önlem, hepimiz takmalıyız dedi. O arada anne öksürdü :D Baba hemen örneği yapıştırdı bak annen öksürdü sana da bulaşabilir mesela mikrop diye. Adamın açıklaması çok hoşuma gitti. Kızla büyük bir insan gibi konuştu annesi gibi başından salmadı. Sırf bunlarıdinlemek bile eğlendirdi beni. Tabii ders de çıkardım kendimce :D

Sonuçta AVMlerde maskeli biri varsa o ben olabilirim :D Şu resimdeki maske bende olsa varya hiiç çıkarmam. Düşündüm ben de bişiler çizmeyi ama zararlı olabilir kullanacağım boyalar...

Amanın Sığamıyorum...


Şok şok şok..

Amaan yok bi değişiklik, hamileyim ama hiiiç hissetmiyorum falan diye salınıyodum ortalarda. Pantolonum bu gün belimi bi sıktı bi sıktı ama nasıl, patlayacaktım neredeyse. Kemeri gevşetim tık yok, düğmeyi açtım hala dar, fermuarını da indiremem herhalde. Eve zor attım kendimi. Dahası karnımı sıkıştırarak oturamıyorum!! Şöyle geriye doğru yaylanmam lazım acıyo canım. Kızıyo içerideki az gevşet be zaten yerim dar bi de sen bunaltma diyo galiba :D

Ee ne giyecem ben şimdi hep mi bol pantolon giyeceğim. İşin kötüsü bol kesim pantolonlarımın da beli dar :( Alışverişe çıkıp lastikli bişiler alayım bari :)

Bebiş şu an 4 gramcık, parmakları, topuğu, kulakları ve üst dudağı oluşmuş :) Kulak kepçeleri bana benzemez umarım :P

25 Aralık 2009 Cuma

Ordan burdan şurdan-Yeni yıldan..



Ee yılbaşı geliyo Ankara'ya hala kar yağmadı. Yağsaya artık. Amaan bende sanki göbeğimdekiyle çıkıp kar topu oynayacağım sanki. :) Geçen sene Liva'larla eğlencenin dibine vurmuştuk :D

Yazmak isteyip de yazamadığım sonra da unuttuğum şeylere bi kızıyorum bi kızıyorum.. Kendime bi not defteri mi alsam yazsam kısa kısa :P Ayy yok ses kaydetme cihazı alayım daha cool olur :P Başlarım -Kendime not: bloga ... ekle- Yok artık :D

Hamilelikle aram çok iyi çok şükür. Geçen birisi trasporterlık nasıl gidiyo dedi :) Kendimi hiç böyle düşünmemiştim. Tek sorunum felaket gazım oluyor. Biri dese hayatta inanmazdım bu ne yaa. Uçacam artık yakında :((

Neyse, çok planım var yeni yılda. Yapmam gereken işler, almam gereken şeyler, tamamlamam gereken yarımlar. Bir kaç plan şöyle ki;

-Bir anime blog yapmak istiyorum izlediğim animeleri mangaları oraya yorumlayayım çizdiklerimi orada paylaşayım diye...
-İşime daha çok eğilmeliyim artık bazı çalışmaların doğum öncesinde tamamlanması farz oldu..
-Artık akrilikte ilerleyip bir kaç tual boyamalıyım!!
-Yarım kalan dijital çizimler bitecek!! Biteceeekk!!
-Şu alacakaranlık serisini bi okumalıyım. Belki beğenirim kim bilir..
-Tim Burton'ın Alice in Wonderland'i vizyona girer girmez gitmeli izlemeliyim :D
-12. hafta dolsun gidip domuz gribi aşısı olmalıyım.. (Evet olacağım ve siz de olmalısınız!!)

Ha bide yeni yılda şunları alabilirim umarım:

-Her türlü bebek eşyası :))
-Broun ES2 saç düzleştirici-Boyasız doğal kıvırcık saçlarım bazen kuaföre bile gitmeden dümdüz oluversin die
-İyi bir elektrik süpürgesi! Evdeki mulinexi balkondan atmama ramak kaldı!
-Aşağıdaki güzelim kitaplarr!!! Hepsi benim olmalııı :)




13 Aralık 2009 Pazar

Mommo Kız kardeşim


Uzun zamandır izlemek istediğim bir filmdi. TRT1 de yayınlanacağını öğrenince hemen tv karşısındabir randevu ayarladım kendime. Konusuna birazaşina olduğum için zaten filme gözlerim dolu başladım, hıçkırıklarla bitirdim. Ağlatan acıklı filmler güzeldir diye bir düşüncem asla yoktur. Hormonları ben gibi alt üst olan bir insanın bu kadar ağlamaması çok zor zaten :) Filme gelince..

Filmin basit ve sade bir kurgusu var. Anneleri ölmüş, ilgisiz babaları çocuklu başka bir kadınla evlenmiş ve çolak dedelerinin yanında kalan Ayşe ve 9 yaşındaki ağabeyi Ali'nin saf ve samimi hayatları ele alınmış. Hikayenin gerçek bir olaydan alınması ise insanı daha da etkiliyor.

Kendisi de hala çocuk olduğu halde kızkardeşi için büyük olmak zorunda kalıyor Ali. Kendi korkularını, isteklerini ve arzularını hep Ayşe için ikinci plana atıyor. Filmin sonu gerçekten çok etkileyici. Çaresizlik ve güçsüzlüğü insan hayatını ne kadar etkilediğinin en büyük örneği.

Koca gibi durağan filmlerden hoşlanmayanlar izlerken sıkılabilir ama kemara açıları da çok keyif vericiydi :)


NEKO'ya kalanlar:

Tek çocuk fikrinin ne kadar yanlış olduğunu çok net gördüm. Sırf bencil düşüncelerimiz için kardeş sevgisini hiçbir çocuktan esirgemeye hakkımız yok. Kimse sonuna kadar çocukarının yanında olamıyor. Akrabaları olması çok önemli.

11 Aralık 2009 Cuma

Küçük Bir Değişiklik Hayatımda :))


Geçen hafta sonuydu. Bir kalp atışı duydum içimden ama benim kalbim değildi atan :))

Bazen unutuyorum bazen birden aklıma geliyor. Yeni öğrenmiş gibi oluveriyorum heyecanlanıyorum. İçim kıpır kıpır. Herkes kız gibi düşünüyor. Mutluyum, umutluyum, anne oluyorum :)

18 Kasım 2009 Çarşamba

Kendi kutunu kendin yap...


Ne becerikli insanlar var Ya Rabbim!
donteatthepaste isimli sitede sahibi Shana çıktı alıp katlanarak yapılabilecek çok şeker kutular sunuyor. Aşağıda benim beğendiğim ve kaydettiğim bir kaç tane örnek resim var. Bana bu siteyi gösteren ve bu tarz şeyleri bulmakta usta arkadaşım Asya'ya çok teşekkürler :)


Bu bitmiş hali. Süper dimi? Yapmak mı istedi canın? Senin de mi olsun? O zaman aşağıdaki resmin çıktısını alacaksın...


Bu kadar basit...


Bak bunun üstünde kalpler var. Çok şeker çok...



Artık devamı için Shana'nın kendi sitesine buyurun. Başka başka şeyler de görebilirsiniz... En yakın kimin doğum günü var? Hediyesini bunların içine mi koysak? :D

12 Kasım 2009 Perşembe

Dişi Kanarya

O biiiirrr Dişi Kanaryaaaa...
O biiirrrr Koyu Fenerbahçeliiii...
O biiirrrr Sarı-Lacivertliiiiiii...
O biiirrr O biiirrr O Nekoooo...

Artık yeni bir formam var. Önü arkası şu şekildeee:


Evet gerçekten yaptım. Gittim orjinal bir forma aldım ve arkasına NEKO 12 yazdırdım :D Bu arada formanın tasarımı ve renkleri bence şahane!!


neden 12? Aslında doğum yılımı yazdırmak istiyordum ama aldığım forma xs beden olunca sırt kısmına iki tombul harf sığmadı :) Ben de taraftar numarası alayım dedim. Sahada 11 ben 12 :)

Önceden çubuklu formam vardı o da abimin olduuu :) Hadi bakalım gelsin artık maçlar derbiler goller yeni yeni 6-0lar...

UGG alırken dikkat


Efenim UGG çılgınlığına ben de katıldım gittim kendime puff puff UGGler aldım :)
Şu sıralar birçok yerde ucuzlamış durumdalar. 99Liraya alınabileceği birçok yer mevcut. Örneğin Bambi. Önceden bunlar neden böyle ucuz yoksa çakma mı diye düşünüyordum. Gidip inceledim çakma değiller ama bi gariplik vardı. Geçen sene incelediklerimden farklılardı, renkleri derileri ve dikişleri. Acaba üzerinden zaman geçti de ondan mı bana böyle geliyor dedim. Giydim denedim fit durması gereken boyun kısmı buruşuk duruyor aynadan baktıkça hiç hoşuma gitmiyor!! Tereddüt ettim almak istemedim biraz daha bakayım dedim bıraktım.

Bu arada kocamın sitemlerini dinliyorum, neymiş geçen sene boyunca her gördüğüm yerde göstermişim sürekli istemişim, şimdi o alacakmış da ben beğenmiyormuşum, vs vs... Halbuki benim içime kurt düşmüştü bunlar farklıydı işte!!

Ben denerken kadının biri sordu neden fiyatlarını bu kadar düşürdünüz diye adamişte bayram geliyo kampanya vs dedi. Ama içime sinmedi. Nasıl oluyorda bir yer 200-300e satarken bir yer 99a satabiliyor?

Derkeeen Veroniye girdim. Orada bi farkettim ki kemik rengi olan UGGlerden rafta 2 tane vardı ve ikisi arasında renk tonu farkı vardı. Aldım inceledim beyaza yakın olan daha ince derisi daha kalitesiz ve içinin yünü daha az. Öteki ise daha muntazam, daha kaliteli, yünü çok kabarık ve dikişleri düzgün. Bunlar neden farklı diye sordum bu geçen sezonunki dediler. İkisinden de istedim ve ikisini de yanyana giydim bukadar fark olabilir!! Eski sezonunki çok daha rahat yumuşak ve boyun kısmı daha sıkı durduğu için daha fit yani düzgün duruyor. Öbürü ise aşağıya doğru yığılma eğiliminde.

Yani bunlar muhtemelen sahte. Alacak olanlara da tavsiyem nasıl olsa hepsi aynı UGG diye düşünmesinler. Ucuz olmasının bir sebebi var. Bence bu UGGlerin kalitesi daha düşük. İyi inceleyip alın... İkisini yan yana gördüğünüzde farkı farkedeceksiniz. Keşke elimde ikisinin yan yana resmi olsaydı :)

Ben uzun ve kemik rengi olanından aldım. Ama diğer renkleri de çok güzel. Özellikle mavisi. Amerikaya gidince de düğmelilerden alayım. Neyse, güle güle kullanayım :)

Halet-i Ruhiyem'e sesleniyorum

http://civildiyorum.blogspot.com/ Adresli blog sahibi arkadaşım bloğunu özelleştirmiş. Sesimi duyuyorsan bana da izin vermeni istiyorum. Mail atacaktım ama adresini bulamadım :((( İzin vermek için mail adresim: mavileblebi@gmail.com

En kısa zamanda tekrar görüşebilmek dileğiyle...

7 Kasım 2009 Cumartesi

Rahmi Koç Müzesi - Minyatür Odalar Sergisi

Geçen hafta sonu annemle yeni bir kültür mantarı etkinliği gerçekleştirmek üzere düştük yollara. Yağmur çamur bizi hiç etkilemedi. Ankara kalesi civarında Cengel Han'da Rahmi Koç müzesi var. Oralar zaten çok güzel. Antikacılar, gümüşçüler, takıcılar, ıncıkcılar, cıncıkcılar, boncukcular neler neler... Ama Rahmi Koç müzesi çok zaman alıyor zaten o yüzden pek fazla gezemedik.

İstanbul'daki müzeye de gitmiştim. Buradaki daha küçük ama genede bir çok eski ürün sergileniyor. En çok oyuncaklara bayıldım. Tahta oyuncaklara karşı bir zaafım var zaten. (Kendime not: Bir gün kolleksiyonumun resmini çekip koymalıyım.) Şimdi çektiğim bazı resimleri paylaşalım...

Bayıldığım Tahta Oyuncaklar


Bunlar mutfak elemanları serisi. İnanılmaz sevimliler. Aşçılar, hizmetçiler ve taşıdıkları ekmekler çorbalar vs. Tamamen tahtadan yapılmışlar.


Bu da yaşlıların oturma odası :D Amca elinde gazete ve pipoyla uyuya kalmış :D Teyzem de kahve içiyo ama gözler fal taşı gibi. Tavanda örümcek mi gördü acaba :D Arkada yan gelip yatansa apayrı bir alem.


Bunların tipi diğerlerinden çok farklı. Ama bunlar da tahtadan. Yine bir mutfak elemanları serisi. Öndeki melekler çok tatlı tombik tombikler.


İlk resimde de görünen orjinal tip :) Sanırım tavuk budu pişirmiş :D


Bunlar da yılbaşı serisi. Öncekiler cilalıydı bunlar cilalı değil. Ama boyaları ve renkleri genede çok güzel.


Aynı oyuncaklar farklı açıdan. Şu gözleri kapalı satış yapanlar varya işte en çok onları koleksiyonuma katabilmeyi isterdim. Biraz fakirler galiba :D Çok tatlılar çok orinaller ve çok muntazamlar. Dahası çiftler :D Keşke benim olsalardıı keşkeee....

Ben özellikle bu oyuncakları çektim ama müzede dünya kadar çok şey vardı... İlginizi çekecek hatta sizi çocukluğunuza döndürecek anı dolu bir çok nesne bir arada...Şimdi sergimize gelelim...

Hayallere Sığmayan Minyatür Odalar Sergisi


Hayallere Sığmayan Minyatür Odalar Henry Kupjack tarafından sergileniyor. Gerçekten inanılmazlar. Bu kadar ayrıntı bu kadar küçük ölçeklerle nasıl verilebiliyor insanı şaşırtıyor. Üstelik her malzemesini bire bir kendisi hazırlıyormuş. Camekanın arkasındaki her bir odaya bakıldığında odanın kendisine bakıyormuşsun hissi doğuyor. Mükemmel bir derinlik sağlanmış herbiri için. İnce ayrıntılara o kadar güzel yer verilmişti ki. Mesela bir resim atolyesi vardı darmadağın ve lavabosu kirli :D Bir çok odanın penceresinden görünen manzaralar bile sunulmuştu. Örneğin Newyorktaki bir odadanın camlarından başka bir bina görünüyordu. Bazılarından evin bahçesi görünüyordu.

Sergi ortamı karanlık olduğu için benim çetiğim resimler pek güzel çıkmadı. Ama internette birçok güzel resim bulabilirsiniz. Tavsiyem gitmeyi düşünüyorsanız resimlere bakmayın. Gidip orada kendi gözlerinizle görün.

Sergi Çengelhan Rahmi Koç Müzesinde Şubata kadar devam edecek. Müzeye giriş ücretli.

Bilet fiyatları ise şöyleki:
Öğrenci : 3TL
Tam: 6TL

3 Kasım 2009 Salı

Donarak mı öleceğiz?


Bu ne soğuktur yaw. Baktım düne göre güneş çıkmış oh dedim ne güzel. Sıcak olacak bu gün. Ama nerdeee.. Ofiste donuyoruz. Kat kat hırka. Isınmak için bol bol çay içiyoruz. Aldığımız azıcık ısı çay yüzünden gidilen wc yollarında ve buz gibi wclerde fazlasıyla kaybolup gidiyor. Kaloriferleri doğru düzgün yakmayanların gidip suratına hapşuracağım hasta olursam. Koluma moluma değil onların suratına.

Zaten midem bi nane. Öyle böyle değil ağrıyıp duruyor. Üşüdükten sonra daha da beter oluyo. Neyse bundansa yazmam gereken daha başka hafta sonu etkinliklerim var aslında ama sonra yazayım onlarıda...

30 Ekim 2009 Cuma

120


Yüreğim titriyor her aklıma gelişinde. Çok ağır bir olay çok! Olay bir yana film bir yana müzikleri bir yana... 120'nin albümünü ne zaman dinlesem ense tüylerim diken diken oluyor gözlerim doluyor. Filmi geçenlerde tvde gösterdiler. Ben DVDsini izlemiştim ve arşivlemiştim hemen.

İleride diğer arşiv filmlerimle birlikte çocuklarıma izleteceğim.. Görsünler öğrensinler damarlarındaki asil kanı ve vatan için nelerin feda edilebileceğini. Bu vatanın aslında toprağın kara bağrında sıra dağlar gibi yatanların olduğunu ve vazgeçilemezliğini.

Mandalina kokusu :)


Mandalina düştü tezgahlara. Hadi bakalım sıra portakalda. Yaz boyunca suyunu içmekten sıkıldım gelsin de yiyelim tatlı tatlı.

Küçükken beslenmeme konan mandalinalara kırmızı kalemimle (tükürükle bulaştırınca bi acayip olurdu hani bi daha sürüldüğü yerden çıkmazdı) suratlar çizerdim. Gülen, kızan, şaşı bakan... Sonra onunla konuşurdum. Neye gülüyorsun sen, yada üzülme geçer bende üzgünüm bu gün diye :) Sonra yemeye kıyamazdım biraz beklerdim. Sonra surat ifadesini bozmayacak şekilde soyardım. İçini yer kabuğuna biraz daha bakardım. Sonra unuturdum onu.

Şimdi bazen yumurtaları boyuyorum öyle. Geçenlerde annemin mutfağında yaptım o işi. Hiçbirini kırmaya kıyamadım dedi :D Annemin kızıyım işte napiim...

25 Ekim 2009 Pazar

Kendinden Süslü Yılbaşı Ağacı


Şu 20küsür :P yıllık hayatımda amanın bunu da ilk defa gördüm dediğim birşey çıkacakmış demek. Bu çam bi acayip. Kırmızı kırmızı meyveleri var. Bardak gibiler yumuşak sıkınca vıcık vıcık suyu çıktı :D Kendinden süslü çam ağacı gibi. Nedir acaba latince adı... İlk defa gördüm çok şaştım. Hemen resmini çektim ölümsüzleştirdim :D

Yabancılara Güvenmiyorum!


Şehir efsaneleri dinlemek insanın hayatını ne kadar etkiliyormuş meğer. Tırsıyorum herkesten artık. Annem abim babam kocam arkadaşlarım anlata anlata en kötüsünü düşünmeye ittiyorlar beni. Haklılar ama. Sonra üzülmektense baştan dikkatli olmak lazım. Olayı anlatayım:

Dün koca gecikecekti kampüste oyalandım bekledim onu. Kırtasiye gezdim kitapçı gezdim vs. Sonra gittim büfenin orada oturdum japonca defterimi çıkarttım sessiz çalışıyorum. Masalar tıka basa dolu. Bi çift geldi 4 kişilik masama oturabilir miyiz diye buyurun dedim. Çok şekerler ama. Kızın saçında şirin fiyonglar, adam eli yüzü baya düzgün gözlüklü biri. NEşeliler konuşup muhabbet ediyorlar. Pasta börek çıkarttılar yemeğe başladılar bana da ikram ettiler çok sağolun almayayım dedim. Siz rahat rahat yiyin ağzımda sakız var vs.. Arka arkaya bi sürü bahene sıraladım. Hayatta yemem başkasından bişey. Neyse sonra bunların çayı bitti çocuk kalktı çay almaya büfeye gitti bi geldi 3 çay almış!! Son derece nazik ozaman bizde size çay ikramedelim!! dedi. Haydaaaa... Yemem dedim ya başkasından bişi içmem de. Ama kampüsün içindeyiz zaten güvenilir ortam, karşımdakiler nazik ay yok içmem diyemedim aldım artık. Ama içimiçimi yiyo. Anında aklımdan geçenler:

1) Bi parkta bi grup genç şakalaşıyomuş yan bankta da bi adam gazete okuyomuş. Gençlerden 2 si gitmiş 3 çay getirmiş 3. genç bağırmış çağırmış ben sizden çay mı istedim vs die! Amaan demişler sana da iyilik yaramıyor amcaal seniç demişler vermişler amcaya. Amca da almış içmiş. Sonra başı dönmüş bayılacak gibi olmuş hemen kaçmaya çalışmış peşine düşmüşler beklemişler bayılsın die adam kendini bi otobüse zor atmış beni polise götürün demiş bayılmış. Kurtulmuş ama kurtulamasa nolurdu kim bilir.

2)Yaşlı bi teyze genç kızademiş ki yavrum beni karşıdan karşıya geçirir misin? Kız girmiş kadının koluna karşıya geçerken kadın buna saplamış uyuşturcu iğneyi. Kız bayılıvermiş. Feryat etmiş kadın yardım edin yetişin torunum bayıldııı diye! Atmışlar bi taksiye götürmüşler kızı. Kimse bilmiyomuş şimdi kızın nerede olduğunu :(

Eee bunları duymuşum ben içer miyim o çayı! Anında iki efsaneyi birleştirdim gözümün önünden geçti film şeridi: Bu ikisi beni kandırabilmek için bu kadar şeker davranıyorlar! Ben çayı içince bayılacağım onlar da amanına rkadaşımızbayıldı taksi araba atalım götürelim diye götürecekler beni gidiş o gidiş. Gözümü organsız böbreksiz mi açarım, bi yerlerde bağlı dövülmüş satılmış mı açarım Allah bilir... Ailem perişan olmuş kocam dağılmış, Ofisimdeki masama karanfiller koymuşlar.. Bi tırstım bi tırstım ama o çay gözüme oldu zehir yani. Sanki bi yudum alsam bittim. Ellerim titriyo. Çaktırmamaya çalışıyorum bişey de diyemiyorum sakin ol dedim Neko bulursun hem onları incitmeyecek hem kendini bayıltmayacak bişi :) Şeker attım karıştırdım çayı. Plan yapıyorum nasıl etsem de içmesem. Dedim telefonumu alayım kocayla konuşuyor gibi yapayım 'haa tamam aşkım hemen geliyorum sen beni ileriki yoldan al' diyip kalkayım. Düşündüm tam ben rol yaparken Mustafa Sandal reklamındaki gibi çalarmış telefon :D Sonra dedim amaaan ne yalan söyleyeceğim rol yapacağım al çayı kalk git. Toparladım eşyaları Çok teşekkür ederim çay için size iyi akşamlar dedim. Afiyet olsun size başarılar vs dediler. Kalkım ben. Az ilerledim çaydan bi yudum alır gibi yaptım. Kandırıyom ama içmedim. Bakıyolarsa içtim zannetsinler diye :D Biraz daha ilerledim döndüm baktım arkama takip ediyolar mı bayılmamı bekliyolar mı diye. Pispis bakarak takip etmelerini bekliyorum ya :) Şimdi gülüyom ama çok tırstım walla. O arada koca aradı yola çık alacam seni dedi tamam dedim en yakın çöpe attım çayı tek yudum almadan! Arabaya bindim büfenin ordan geçerken bidaha baktım hala orada toruruyorlardı şirin şirin. Şirin mirin bana ne Hansel ve Gratelin düştüğü evde çok şirindi.

Zavallı çift bilseler içimden geçenleri ne üzülürlerdi kim bilir. Ama yapacak bişey yok kendimi riske atamam! Dediğim gibi sonradan üzülmektense baştan dikkat etmek en iyisi... Çay ikrametmeyin bana hiç bişey ikram etmeyin ben alırım istediğimi. Kocanın fikri ise şu: Verdikleri çayı değil öbürünü alsaydın bu daha açık ben bunu alabilir miyim die :D Eh olabilirdi tabi :P

Ne merhamet zamanı nede güven zamanı. İnsanın başına şu hayatta herşey gelir!!! Allah korusun.
Amanın ne uzun yazmışım. :D

23 Ekim 2009 Cuma

Film: Moğol Pinponu


Kanal 24'ün tematik filmler kuşağı var. Her hafta birbirinden güzel filmler yayınlıyorlar. Annemle takip ediyoruz genelde :) Moğol Pinponu da onlardan biriydi.

Vurdulu kırdılı hareketli Hollywood filmlerine alışkın olan birçok insan için oldukça durağan sayılabilecek bir film aslında. Ama ben ve annem için inanılmaz keyifli. Çinin uçsuz bucaksız bozkurlarında Moğol çadırlarında aileleriyle yaşayan 3 küçük çocuğun saflıklarını son haddesine kadar sergileyen bir filmdi. Senaryo nehirden akarak gelen bir pinpon topunun önce ne olduğunu anlamaya çalışıp sonra bunun önemli birşey olduğuna kanaat getirip Pekin'e götürmeye çalışmalarını konu alıyor.

Elektrik ve teknolojiden uzak yaşadıkları için topun ne olduğuna karar vermeleri çok zor oldu :D Sonra zar zor çeken bir tvde görüntü yokken pinponun milli bir spor olduğunu pinpon topunun da milli top olduğunu öğrendiler. Pinpon oynarken çıkan seslerin ne olduğunu nasıl oynandığını kestiremediler =D Her biri kendi aklınca yorumlar yaptı. Sonra da ulusun! topundan ayrı kaldığı için üzüleceğine ve onu götürmeleri gerektiğine kanaat getirip Gobi çölünü geçerek Pekin'e gitmeye çalıştılar.

Bu 3 çocuğun dünyaları o kadar saf ve temizdi ki. Bilmedikleri şeyleri anlamlandırmaya çalışmaları çok komikti. Çok güldük çok eğlendik film boyunca. Yer yer korktuk başlarına birşey gelecek diye. :)

Filmin çekildiği mekanlar ise şahane! O bozkırlar dağlar manzaralar mükemmeldi. Sırf bunun için bile izlenilesi bir filmdi. Çocukların şirinliği ve komikleri için 2 kat, saflıkları için 3 kat izlenilesi bir filmdi!

Filmin özeti ve detaylı bilgi burada: http://www.yirmidort.tv/tematikfilm/mogol-pinponu-p119.htm

Blog adı değişti


Hehe.. Böle daha güzel oldu :D Rüyası olayı kıl ediyodu beni :P
Bi ara düzelteyim yazı resmin üstüne geliyo :)

Hayırlı olsun banaaa..

21 Ekim 2009 Çarşamba

Sleeplessnesslessness...T.T


Tek gözüm kapalı yazıyorum bu yazıyı resmen! Kupam dolu kahve, yanağımda az önce nereye dayandıysa oranın izi...


Yasa çıkartılsın hemen, ofislere uyunabilecek yataklar konmalı. 4 yaşında gittiğim kreşi hatırlıyorum (ondan önce 2 sene daha gitmişim ama sadece sonuncuyu hatırlıyorum) oynardık yorulurduk öğlen yemeğini yer fışşş uyurduk yan yan yataklarda misler gibi. Sonra çivi gibi kalkar gene oynardık. Ne güzel işte. Madem sabahın köründe insanları tatlı uykularından edip ofis masalarına çivilemek istiyorsunuz araya bi öğlen uykusu imkanı yerleştirin performansımız artsın. Hem boynumuz masaya eğilirken tutulmaktan, yanaklarımız yastık yapılmaya çalışılan nesnelerin izlerinden kurtulur.


Bir ülkede vardı bu sistem ama hatırlamıyorum Çin miydi Japonya mıydı... Olmadı oraya gidecez artık napalım :)

18 Ekim 2009 Pazar

Yeşil bişey :)

Geçen Koca bana çiçek aldı :) Gizlice başka birini evimize aldığımızı bilememişiz. Şu yeşil şey 2 gün bizle yaşamış :) Sürekli o çiçeğin dibini delmeye çalışıyordu. Baksam beslesem kelebek olurdu belki. Çiçeğiyle aldım bahçeye koydum ^^ Kelebek olsun gene gelsin 2 gün misafir ederim yine :)

17 Ekim 2009 Cumartesi

Arkadaşlarım Büyük Yaşıtlarım Küçük


Bu hep böyleydi. Arkadaşım olabilecekler her zaman benden büyüktü. Yaşıtlarım ise benden küçük gruplardaydı. Aradaydım hep. Hayatım boyunca yaşadığım en büyük zorluktu.

Ve son günlerde işte yine karşımda...

Herkez birden büyüdü sandım. Ama yanıldım. Onlar zaten büyüktü. Ben yine yalnız kaldım...

11 Ekim 2009 Pazar

Misafirlerim...


Hafta sonumu misafir ağırlayarak değerlendirdim inanılmaz keyifliydi. Bi kere çok yorulmadm çünkü mutfak ustası süpper anne bende :D Her zaman hali hazırda ne zaman ne desem yapar verir bana =D Her iki günde de şahane şeyler yedik. Bayılıyorum misafir gelince masayı tıka basa doldurmaya. Herşey olsun herkes patlayana kadar yesin genede yemekler bitmesin istiyorum =D

İki günde de gelenlerin çocukları vardı çocuğa doydum valla. Biri daha minnacık 1.5 yaşında ama inanılmaz şeker!! Göbeğiyle korna çalmaya çalışmasını unutmama lazım :) Yedim onu bol bol. Asya'nın oğlu ise daha büyük. Onunla birşeyler paylaşmayı çok seviyorum. Konuşurken inanılmaz şeyler söyleyebiliyor. "Terledim su gibi oldum" dedi çok güdürdü beni. Çok akıllı ve çok meraklı maşallah. Herşeyi sormaya başlamış neden o ne nasıl vs.. En sevdiğim huyu asla seni umursamaz davranmıyor. Birşey söylüyorsan büyük adam gibi dinliyor mantığını sorguluyor kendisi de aynı şeyi senden bekliyor. İkisine de maşallah diyorum.

Çocuklar hayatı renkendiriyor. Bilmiyorum ki benim de hayatımda yeni bi renk mi olsa :))

7 Ekim 2009 Çarşamba

DT: Hünkar ve Mimar

Devlet tiyatrolarının yeni sezonunda ilk izlediğim oyundu. Devamını bekliyoruz :) Oyun hakkında detaylı bilgiyi http://www.devtiyatro.gov.tr/ adresinde bulabilirsiniz.


Neko'ca Özeti:

Oyun Kanuni Sultan Süleyman ve Mimar Sinan arasında 1 gece boyunca geçen konuşmalardan oluşuyor. Hürrem Sultan ile birlikte sadece 3 kişilik olan oyun son derece durağan, ama oyunda önemli olan kişiler arasında geçen sözler. Uykusu bir sıkıntısından dolayı kaçan Kanuni Mimar Sinanı gecenin bir yarısı dertleşmek için evinden aldırır. Derdinin ne olduğunu direk söylemez ama verdiği ipuçlarından Mimar sorunu anlar. Yıllar önce Mustafa adlı şehzadesini kendisini devirerek tahta getirmek isteyenlere engel olmayı başarmış ve Nizam-ı Cedid yasası gereğince katlettirmiştir. Şimdi aynı olayı şehzadesi Bayezid için de gerçekleştirmek zorundadır çünkü şehzade Kanuniden sonra tahta şehzade Selimin geçeceğini öğrenince isyan etmiş, yönettiği savaşları kaybetmiş ve isyan halinde olan İran şahına sığınmıştır. Kanuni ise oğlunu İranda bırakmayacak ve kendine sığınan birini teslim için fidye isteyen şaha gereken fideyeyi ödeyecektir. Fakat Fatih Sultan Mehmet'in koyduğu nizam-ı cedid yasasına göre şehzade Osmanlı topraklarına girdiği anda katledilecektir. Fakat ne kadar padişah olsa da o da vicdanı olan bir babadır.

Neko'ca Yorum:

Oyun boyunca Kanuni ve Mimar padişahlığı ve baba olmayı sorgularlar. Sultan vicdanı ile uygulaması gereken hükümler arasında gider gelir. Bir yanda Hürrem Sultan'a oğullarına dokunmayacağına dair verdiği söz, bir yanda dedesinin koyduğu yasa. Mimar Sinan ise savaşta oğlunu kaybetmiştir ve hiç bir babanın evlat acısı çekmemesi gerektiği kanaatindedir.

Genel olarak edebi yönü çok yüksek bir oyundu bence. Sadece 2 kişi arasında geçen bu konuşmalar yer yer Yunus Emre'den, Baki'den, ve Kanuninin bizzat kendisi olan Muhibbi'den mısralar içeriyordu. Kanuni, oğulları ve Hürrem Sultan arasında birbirlerine yazılan mektuplar çok dokunaklıydı. Kanuni'nin rahmetli Hürremi andığı ve hayalinin sahneye geldiği bölüm çok etkileyiciydi. Oyun geçişleri sırasında Rüştü Asyalı tarafından seslendirilen dörtlükler çok hoştu.

Oyunculuk ise tek kelime ile muhteşemdi. Ses tonlarını şahane kullandılar, hareketler tavırlar... Mimar zaten aynı zamanda oyunun yönetmeni olan Semih Sergen. Oyunun müzikleri ise Can Atilla imzalı.

Neko'nun Alıntıları:

Not alabilmek isteğim o kadar çok cümle geçti ki. Ama alamadım tabii. Annem bir daha izlemek istiyor belki tekrar gideriz o zaman bol bol not alacağım :) Mesela hatırladığım şu cümleler ve mısralar var:

Mimar Sinan: "Mimari şiirin taşlaşmış halidir."

Mimar Sinan: "Hükümdar kimdir merak ederim. Hüküm koyan mı konmuş hükümleri uygulayan mı?"

Kanuni: "Siyasette önemli olan adalet değil sonuçtur."
Kanuni: "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat
gibi"

Mimar Sinan: "Halk içinde muteber nesne var hikmet gibi / Sultan’ın hükmü hiçtir, yazgı akıbet
gibi"

Sıradaki tiyatro gelsin.. :)


5 Ekim 2009 Pazartesi

Sis (The Fog)

Nooolur korku filmi izleyim diye ısrarlarıma dayanamayan kocam ve abimle buna karar verip koyduk DVDye. (Yanımda 2 erkek olunca korkmuyorum :P) Smallvill dizisinin Clark'ı bir akradaşı ile balıkçılık yaparken çapaları denizin dibindeki bişeyleri harekete geçiriyor ve içinden dökülen eskiden birilerine ait olan özel eşyalar yaşadıkları adanın kıyısına vurmaya başlıyor. Zamanla onları kullananların ruhları da gelip katletmeye başlıyor herkesi. Adadakilerde zamanında kendilerini kurtardıklarını düşünen 4 kişinin heykelini dikmişler açılış yapacaklar. Birde esas oğlanımızın kız arkadşı var Losttaki Shenon. Zaten o kızda baştan beri bişeyler var böyle rüyalar görüyo sesler duyuyo, adaya dönen eşyalara dokununca değişik hissediyo vs.

Efektler fena değildi ama film genelde korkutmadı bizi. Bir kaç sahne iyiydi ama. Sisler arasından görünen gemi ve gemide gölgeler halinde görünen insanlar mesela. Bide aslında intikam almak için dönüyor olmaları, heykeli dikilen 4 insanın torunlarını aramaları hala ellerinde antlaşmanın kağıdı taşımaları iyiydi gerçekten. Fakat bizim Shennon onlarla ne alaka, nasıl o hale gelmiş, nasıl eski haline dönmüş onu çıkaramadık, çok havada kaldı. Ben önce onun büyükannesi de o gemideymiş ve ölmemiş adada yaşamış bu da torunu sandım yok değil. Hadi reankarnasyona inanıyormuş gibi görünelim öyle de değil. bu haldeydi o hale dönüverdi birden. Saçmaydı yani :)

Neko'ya kalanlar:

- Herzaman sözünü tut, antlaşmaları bozma
- Sen bişey yaparsan, cezasını sen çekmesen de torunun çeker. (sustainable development :))
- Öyle sis gelirse buzdolabına gir. Birisi öyle kurtuldu çünkü :D

Ordan burdan şurdan Vol-2

Çok yoruldum bre! Unutmuşum ben faranjitim olduğunu. Dönemlerdir yatıyorum yormuyorum boğazımı ya farkında değilim. 2 saat kadar car car konuşmam gerekince giden sesim bana şiddetle hatırlattı :( Öyle bi duruma soktular ki beni bilgisayarı olmayan okulda öğretmenlik yapan bilgisayar öğretmenine döndüm. Uygulamaları gereken şey teorik mi anlatılır yaw. Amaaan neyse... Ben değil onlar düşünsün..

Yarın tiyatroya gidioruuz çok kalabalık bir aile olaraktan. Bizimkiler ve kocamınkiler hepbirlik takılacağız :) Çok meraktayım nasıl olacak acaba. Devlet tiyatrosu perdelerini açtı hemen kaptım biletleri. Hünkar ve Mimar'a gidiyoruz. İzleyeyim yazarım yorumlarımı.

Livayı çok özlemiştim gördüm geçengün. Herkes gibi o da hasta olmuş. Ben de C vitamini alayım da olmayayım hasta. Oturduk, yedik, içtik, muhabbet ettik bana çok iyi geldi.

Dün annecimle hediyelik eşya fuarına gittik. Bizim klasiğimizdir hepsi birbirinin aynı olsa da gene gideriz gene gideriz :D Süpper bi zeytin aldım Antakya yöresinden. Yeşil ve tam doğal. Şahane takılar ve taşlar vardı ama hepsi birbirinden pahalıydı. Her zamanki gibi çok eğlendik. Yapmayı planladığımız ve uzun zamandır farklı yerlerden farklı materyaller topladığımız bir kolye için yeni parçalar bulduk :)
Felaket resim yapasım var ama beni bana bırakmıyorlar :( Ya Japonca 2. kur başladı ben alfabeye bile tam hakim değilim. Yaz unutturdu bana herşeyi. Çalışmalıyım çalışmalıyım...

27 Eylül 2009 Pazar

Lost 5. Sezon


Bölümler elimde dururken izleyemedim bir türlü. Koca'yla beraber izlemek istedik hep ondan. Ya müsait olmadık ya onun uykusu geldi. Geçen isyan ettim yeter ben başlıyorum artık diye tamam dedi izleyelim.

Her bölümde daha da bir şaşırıyorum. Sürekli durdurup tartışıyoruz yorum yapıyoruz. Genelde ben çözüyorum anlamsız yerleri ama neyse :P Zamanın atlayıp durması anlamayı zorlştırıyor bazen. Fransız kadının geçmişini görmek beni çok heyecanlandırdı. Nedense ambarı buldukları zamanki kadar keyiflendim :D Taa önceki sezonlarda olan şeyleri bile bağlayabiiyoruz bu sezona. Süper. Mesela biz daha 5. bölümdeyiz ama Shenon ve Said Michaelin oğlunun büyük halini görmüşlerdi muhtemelen bu zaman atlamalarından kaynaklanıyordur. Sadece ada dışında geçen bölümler beni sıktı biraz :) Bakalım neler olacak :D Ben olsam oturup hepsini izlemiştim şimdi. Koca ise günde en fazla 3 tane izleyelim yayalım istiyor. OK!,

John Locke dan hala nefret ediyorum! Jack'in babası olayını hala anlayamadım :P

26 Eylül 2009 Cumartesi

Yeni buton







Buton yaptım kendime. Çok şirin oldu =D
Okuduğum kitapları, mangaları dergileri vs. yazdığımda altına ekleyeceğim :D

25 Eylül 2009 Cuma

Hanamaru Youchien (Dünya tatlısı bir manga)



Çok zamandır beni bu kadar kahkahayla güldürebilecek birşey okumamıştım. Gerçekten şahane! Çok komik ve çok şeker. Çizim kalitesine diyecek yok. Karakterler çok tatlı çizilmiş, ifadeler süper verilmiş. Çok yazık ki sadece 4 chapter İngilizceye çevrilmiş. Aslen 60 tane falan var sanırım. Animesi yayınlanacakmış 2010 da. Onu da bulmalı izlemeliyim :D




Olaylar bir kreşte okuyan 3 küçük kızın çevresinde gelişiyor; Anzu, Koume ve Hiiragi. Bizde çok nadir raslanır haliyle kreş öğretmenleri bir erkek; Tsuchida.U faklıklardan Anzu öğretmenine aşık ve kendine öyle bir güveni var ki sormayın. Maalesef Tsuchida Anzunun safiyane aşkının farkında değil ve normal olarak yaşıtı olan başka bir kreş öğretmeni Yamamoto'ya aşık. Koume son derece utangaç, Hiiragi ise inanılmaz bilgiç. Mangada rahatsız edici hiçbirşey yok. Umarım anime de öyle olur. İlk sayfa sizi kesinlikle aldatmasın.Herşey son derece saf ve temiz duygular üzerine =D Gerisini beğenirseniz Buradan online olarak ve İngilizce siz okuyun...

Beni hala güldüren bazı sayfalar:



Asla vazgeçme Anzu aslaaaa...