31 Aralık 2010 Cuma

sadece 7 yıl!



Koca bu sabah anneme evlilik ve güzellik üzerine yaptıkları bir sohbette aynen şunu dedi:

"Ne kadar güzel biriyle evlenirsen evlen ömrü anca 10 yıl "

Aman Allah'ım. Sadece 7 yılım kaldı!!! XD

Not: Vermeye çalıştığı mesaj aslında evlenirken dış güzelliğe değil iç güzelliğe bakılmalı vs.. gibi birşeydi.

29 Aralık 2010 Çarşamba

Ice Princess & Knowing

Amanın nasıl olduysa oldu ben aylar sonra bir film izleyebildim. Hem de baştan sona. Hatta yetmedi sonra bir tane daha izledim. Arada kızım uyandı geri uyuttum tabi. Sagolsunlar izleyiciler (annem ve abim) anlayış gösterdiler ben dönene kadar beklediler. Önce annemle oturduk buz prensesini izledik. Uzun zamandır beklettiğim bir filmdi. Daha sonra abim gelince de Kehanet'i izledik. Hemen açıklıyorum:

Ice Princess_Buz Prensesi

Tam bir anne kız filmi. Kadın filmi, gençlik filmi. Annem ve ben böyle filmleri izlemenin hastasıyız. Zihnini yormadan sakin sakin önünden güzel kareler geçer, aşk, mutluluk, başarı, yer yer sıkıntı ama her zaman mutlu son. Ağzımızda tatlı bir tebessümle bitrebileceğimiz bir filmdi. Keyifle izledik. Casey adlı güzel genç kızmızın üniversite bursu alabilmek için orjinal bir Fizik projesi hazırlaması gerekir ve yapmaktan hoşlandığı buz pateni hareketlerini fiziksel olarak incelemeye başlar. Böylece aslında içinde var olan gerçek tutkusunu bulur. Anne ile kız derken, annenin hayalleri ve psikolojisinin kızının hayatını nasıl yönlendirdiği veya yönlendirmeye çalıştığı yansıtılıyor filmde. O esnada ben kadın ne kadar bencil diye düşünürken annem kızının geleceğini düşünüyor, hayalleri böyle gibi mantıklı bir açıklama yaptı. Kendimi düşündüm kızım bir heves uğruna üniversiteyi reddetse ne derdim acaba. İzlemesi kolay, empati kurması zor vesselam.

Kehanet_Knowing

Konusu şöyleydi: 50 yıl önce bir okulda zaman kapsülü hazırlayıp tüm öğrencilerden 50 yıl sonrasını resmetmeleri isteniyor ve bu metal kapsüle konup okulun bahçesine gömülüyor. Bir kız öğrenci ki fikir de ondan çıkmış, resim yapmak yerine hızla sayılar yazıyor sayfaya. 50 yıl sonra kapsül açıldığında bu kağıt Nicolas Cage tarafından canladırılan (pek sevmem kendisini aslında)John'un her gerilim filminde yer alabilecek donuk bakışlara sahip oğlunun eline geçiyor ve film şekillenmeye başlıyor. Bana saçma gelen o kadar çok nokta vardı ki. Mesela 50 yıl öncesinde kız ortadan kaybolduğunda o kadar gelişmiş okulda elektrik yok mu ki el fenerleriyle arıyorlar. Karanlık daha geriyor insanı onu mu vermeye çalışmışlar. Sonra John'un kağıtta yazan numaraların anlamını çözme sahnesi rezaletti. Hımm şurda elma buldum yiyeyim bari edasıyla, hımm bu böyleymiş dur gideyim de bir tahtaya yazıp bakayım... Mimik yok heyecan yok. Flashforwarddan sonra çok fos geldi yani. :) Öte yandan hangi mantık 2 tane küçük çocuğu gecenin bir yarısı karanlıkta ormanın içinde arabada yalnız bırakır da tenha kulubeye girer. Ben yapmam şahsen.

Şahsımca cevap bulamamış sorular da mevcut. Mesela bu erkek çocuk eline kağıt geldiği için mi seçildi yoksa seçilmişti de ondan mı kağıt geldi? Seçilen kız çocuğu önceki kızın torunu olmak zorunda mıydı? Filmin sonuna doğru dünyadan uzaklaşan araçlardan neden sadece biri çocukları taşıyordu, diğerlerine ne oldu, boş muydu? Boş gideceklerse niye gelmişler niye gidiyorlardı?

Karanlıkta fıs fıs konuşup bir görünüp bir kaybolan beyaz suratlı kara giyisili adamları gördükçe ense tüylerimizde bir hareketlenme olsa da film bence vasattı. Zaten o adamların ne olduğunu bir türlü kesinleştiremedik. Haaa melekmiş bunlar, haa yok yok uzaylııı, aha bak kanatlılar melek, yok ama suratları uzaylı gibii.. Neyse ne işte.

Herşey bir yana filmin sonu aman iyi neyseki böyle dedirtti. Şimdiye kadar tüm felaket filmleri insanlığın kurtulması ile bitiyor beni sinir ediyordu. Hiç mi kopmayacak kıyamet canım. 'everyone else'in başına gelecek geldi ve iki çocuk başka bir yerde ellerinde tombiş beyaz tavşanlarla kaldılar. O tavşan mantığını da anlayabilmiş değilim. Üremeyi onlardan öğrenecekler herhalde...

25 Ekim 2010 Pazartesi

Anne Olmak


Nasıl anlatılır ki?

Önce evlat oldum ben, abilere küçük kız kardeş oldum. Sonra arkadaş oldum, dost oldum. Sonra eş oldum.

Ve anne oldum.

Hayatımda hiç kimse hiçbir zaman bana bu kadar ihtiyaç duymadı. Beni bu kadar istemedi. Başkasını değil, sadece beni, hep beni! Kimse için bu kadar çok önemli olmadım, kimse için kendimi bu kadar çok adamak ihtiyacı duymadım.

Hiç bu kadar büyük bir sorumluluk almadım. Kimsenlerin yaptıramadıklarını yapırdı bana. Yemediğimi yedirdi mesela. Saygıda kusur etmeyeceklerime bile onu korumak için gerekeni dedirtti. Yeri geldi haşin yırtıcı korumacı, yeri geldi muhnis, gözü yaşlı, yumuşacık yaptı beni.

Acayip birşey oldum ben, sanırım annelik işte...

Hayalimdeki Meslek



Kesinlikle EV HANIMLIĞI!!!

Çok net hatırlıyorum, lisedeyim ve üniversite sınavına giriyoruz. Babam, annem ve çevredeki birçok yetişkin sürekli -bir bayan için en güzel meslek öğretmenlik- diyip zihnime girmeye, başka bölümler yazdırmamaya çalışıyorlardı. Çok sinirlenirdim, feminist damarlarım kabarırdı. Bir bayan herşeyi yapabilir, mühendis de olabilir doktorda vesaire de derdim inatla. Hatta babam bir gün beni pencereye çağırıp yolu gösterdi. Neden bilmem yolu kazmışlardı. 3 tane işçi ve bir genç bayan yazın sıcağında güneşin altında yolda çalışıyorlardı. Bayana bir yerlerden sandalye bulup getirdiler, kazının yanına oturdu. "Bak" dedi babam, "Bu bayan mühendis. Ama kaldırım mühedisi." Üzülmüştüm bayanın haline, hak vermiştim babama, ama gene de feminist damarlarım izin vermemişti bunu açığa vurmama.

Neyse zamanla ben de bir bayan için en iyi meslek atfedilen öğretmenliği okudum bitirdim, paşa paşa çalışmaya başlamışken zorum tuttu. Dedim ben bunun yükseğini de yaparım. Üniversitelerin kapıları açılıverince ben de yerleşim akademik hayata. Odur budur ve hatta 5,5 yaşımdan beri öğrencilik sırtıma yapışmış bir kaplumbağa kabuğu gibidir. Başlarda evde beslenen küçük su kaplumbağalarının kabuğundan iken zamanla büyüyüp tonluk karetta karetta kabuğuna dönüşerek belimi bükmüş her aşamasında nerden aldım bu yükü başıma dedirmiştir.

Çalışmayı seviyorum, çalıştığım ortamı, ofis arkadaşlarımı, hocalarımı vs seviyorum.
Gel gör ki yüksek lisans derslerini alıp, tezini yazıp jürisine girip,aynen devam edip doktora derslerini alıp, yeterlilik denen 2 gün süren öncesinde stresten inleten illet sınava girip geçip, doktora teziyle cebelleşiyor olmak ömrümü yedi bitirdi. Her stresli zamanımda ev kızı olaydııımm, evde oturaydıım, nakış yapaydıım diye söylenirken bir sonraki aşamanın iki kat zor olacağını bilerek devam ettim öğrenim hayatıma. Devam ediyorum hatta. Önümdeki yıllar ne mi getirecek? Daha zor sınavlar daha zor jüriler, daha büyük bir kabuk.

Vardı benim ömrüm, belki 60 yıl falan yaşardım ama her bir stress birer yıl alırken önümdekiler 2şer 3er götürmeye başlayacak ve avucumda ne kalacak bilmem.

Şimdi ise işin rengi daha da bir değişti. Küçük kızım 3,5 aylık daha. Emiyor, biberon almıyor, annesi ise bu halde bırakıp ofise gidiyor. Anneannesi arıyor, anne dayanamıyor atlayıp kilometrelerce yolu yapıp, deli gibi benzin yakıp geliyor emziriyor gene gidiyor. Ve gidecek. Zorum neydi?

Bir bayan için en ideal meslek mi? -ANNELİK- Bunu en rahat nasıl yaparsın? -EV HANIMI- olarak. Aahhh aahh, hayalimdeki meslek!!!

23 Eylül 2010 Perşembe

Türk Televizyonlarının Makus Talihi


Doğum iznimin bitmesine sayılı zamanın kaldığı şu günlerde ev hanımlarının haline daha da acır oldum. Gündüz televizyonda adam akıllı birşey bulmak yaz boyunca neredeyse imkansızdı, sezon başladı hala imkansız.

Cnbc-e yoksa ben de yokum:
Malum Cnbc-e de izlenebilirlik saat 18.00de başlıyor. O vakte kadar ekonomi haberlerini cnbc-e hatırına bile çekemem inanın. e2 ye gelince. Martha (Bizim Derya Baykal bunun çok kötü çakma versiyonu yaw), Elen, Jay Leno ve Rachel Ray vere vere soğuttu beni kendinden. Arada Smallville tr seslendirme olarak sunuldu neyseki az çok oyalandık.

Temcit Pilavları:
Gündüz saatinde tekrarı verilmeyen dizi kalmıyor. Memolisinden, çocuklar duymasınına, avrupa yakasından iki aileye kadar hepsi gene gene ve gene veriliyor. Bu iki aile dizisini varya ben daha önce tekrarlarından izlemiştim. O saatte başka bişi olmayınca gene izledim. Sene gene izlerin herhalde...

Yeni çekiyorlar güya ama o da pilav:
Eh eskiden de hazzetmezdim gene de etmem bu Çocuklar Duymasın dizisinden. Ne karakterleri ne senaryosu işe yarar. Hepsi biriirinden uyuz insanların biraraya gelip her bölüm aynı şeyi konuştukları bir dizi. Eski sezonunda Duygu berbat oyunculuğuna rağmen inatla gözümüze sokulmuştu, yeni sezonunda da yerine gelen her bölümde aynı ağlamak istiyorum ama makyajım akacak diye korkuyorum mimikleriyle ortalarda dolanıp duruyor. Oyuncuların ve sanatçıların özel hayatları da onlara bakış açımı çok etkiliyor. Haluktan tiksiniyorum açıkcası...

Fatmagül'ün suçu Hülya Avşarın yerini almaya çalışmak mı acaba :P Orjinal senaryo bulamayıp filmden dizi de yaptılar ya ne diyelim artık... Romanlar da mı bitti yani :)Zaten kıl olurum böyle konuları herkesin gözüne sokmalarına. Sinemada falan olabilir belki ama evinde tv olmayan ve Kanal Dsi çekmeyen insanların ne adar az olduğunu düşünürsek o sahnelerin herkes tarafından izlenmesi açıkcası tehlikeli geliyor bana. Sanki yol yordam öğretir gibi. Bide nedir bu Türk filmlerindeki tecavüz düşkünlüğü. Var mı başka ülke adının başınca tecavüzcü olan bir oyuncusu olan? Töbe töbeee...

Yaprak dökümünden kusacağım artık. Çarşambaları onları görmek istemiyorum. Bu millet dramı ne çok severmiş ya. Her bölümlerinde kan kustular genede deli gibi izlettiler kendilerini. Hastahanesiz, hapissiz, enrikasız bölümleri yok galiba.Bitse de gitsek... Güya son sezon, korkarım bunlar bi de film çekerler.

Gündüz Programları:
Evlenme ve sabah programlarından geçilmiyor kanallar. Hepsi boş hepsi yavan. Şakşaklasın diye iki kuruş verilip doluşturulmuş insanların oturduğu stüdyolara gelip bomboş sözler sarfeden konuklar ve gereksiz sorular sorarak zamanı doldurmaya çalışan sunucular. Sunucu ne kadar ünlü olursa olsun programların hepsi aynı. Birindeki konuk yarın öbüründe zaten. :)Bi de şu doktor ve sağlık programları var ki en alemi. Doktora gitmekten zaten hazzetmeyen milleti iyice kendi doktoru haline getirecekler. Şöyleyse şu hastalığım var aa o zaman bende de bu var diyip kendi kedilerine teşhis koyar oldu millet. Gözümle gördüm ben bunu!

Copy-Paste Diziler:
Her sezon çıkardı böyle bir dizi. Zamanında belalı baldız (Hope&Faith) buna örnekti mesela. Bu yaz da mükemmel çift ve cumaya kalsayı denediler ama çok şükür ki tutmadı. According to Jim'i severek izlerdim ama Cuma anaçok bayık geldi. Haluk Bilginerin konuşmasını öyle yamuk yumuk yapması ne katlanılmaz birşeydi. Ya bu dizileri yeniden çekeceklerine kanallar alıp sesledirip yayınlasalar ya. Daha çok izlenir...

Arka Sokaklar ara sıra bazı bölümlerde CSI NY gibi dizilerin senaryolarından araklıyor söylemedi demeyin...

Küçük Sırlar tuttu, bu gençlik bir acayip. Bir izleyeyim dedim çok saçma geldi. Gossip Girlin çok adi bir taklidi olmuş. Gossip Girl de saçmalıklarla doluydu ama en azından her bölümü merakla izletebilirlerdi. Bu bişeye benzemiyor.

Komedi Dizisi:
Türkiye'de komedi dizisi nadir çekilir. Yazın Şen Yuva diye bir dizi vardı. Koca ile izledik ve beğendik. Oyuncu kadrosunun iyi, diyalogların yerinde espirilerden oluştuğu kaliteli bir diziydi. Bir baktık geçen gün final bölümü yayınlanıyor. Üzüldük. Türk malı saçma sapan espirileriyle devam ediyor ama...Geniş Aile de sıktı geçen sezon bi kaç bölüm izledim ama tat vermedi malesef...

Umut Var mı?
Bu sezon kim ne izler bilmem ama ben bişey izlemeyeceğim sanırım. Cnbc-e de Veronica Mars başladı her çarşamba. Benim için tekrar olacak da olsa arada sırf Kristen Bell'in o güzel oyunculuğunu görmek ve oynadığı karakterin mükemmel tavırlarını izlemek için açarım. Onun filmini indirmiştim ya bi ara izlemeli...

Milletin Ağzı Torba Olsa da Büzsek


Hamileliğimde karnın çok küçük doktora gidiyor musunun, başkasına da git istersen, bu nasıl 8 aylık karın diyip duran çevrem ahalisi bebişim gelince de çok küçük, büyümüyor sütün yetmiyor, doymuyor vs diyip beni germeye devam ediyorlar. Mama ver onu ver bunu ver şeklinde tavsiyeler veriyorlar. 4 kilo çocuk doğuranlardan bahsedip mama yiyenlerin tombişliğinden dem vuruyorlar. Kulağımı tıkayıp, doktorumu dinleyip bildiğimi yapmaya devam ediyorum. Ama etkileniyorum, bunalıyorum, daralıyorum.

Fermuarlı mı olsa büzgülü mü bilemedim ama o torbalara kapanabilse iyi olurdu. Benim sütüm de var kızıma da yetiyor çok şükür. Herşeyin negatifini görmeye çalışanlar ne kadar büyüdüğünü göremiyorlar. Tomtombiş isteyen kendine doğursun ben de doktorumuz da kızımın gelişimden memnunuz okadar!!!

1 Ağustos 2010 Pazar

Neko Anne Olunca...


Film adı gibi oldu bee. Benim hayatım roman olur derler ya :P Gerçi benimkinden roman moman olmaz.
Ama öyle birşey var ki artık hayatımda. Yaz yaz bitmez... Kızım planlanandan erken, planlanmayan bir yolla geldi :) Acil sezaryen ile.
Anlatılmaz yaşanır derler ya öyle birşeymiş. Geldi hayatımın odak noktası oldu. En kıymetlisi oldu.
Kızım var benim. Neko anne oldu. Ondan yokum uzun zamandır burada...
Ama yazacaklarım var dönerim yakında...

30 Haziran 2010 Çarşamba

Bazı Doktorlar ve Kesilesi Dilleri...


Doktorluk müthiş bir meslek. Ben hayatta yapamazdım. Cidden çok sorumluluk istiyor ve uğraşılan şey bir insanın hayatı. Şu dünyada daha kıymetli bir şey yok yani. Fakat öte yandan doktorlara hastalar ile konuşma kursu verilmesi gerekiyor. Öyleleri var ki sizin ne anlayabileceğini bilmeden diline geleni sarfediveriyor kulağınıza... Ondan sonra sıkıntı dolu saatler başlıyor..

10 gün önce gittiğim bir kadın doğum doktoru "Bu bebeğin bacakları kısa" dedi! Neye uğradığımı şaşırdım. O anda "kısa" kelimesi bana Allah korusun anormal, bodur, cüce, veya gelişimi iyi ama bacakları hep daha kısa kalacak bir çocuk çağrışımı yaptı. Nasıl yani dedim doktora, bacak gelişimi daha geriden geliyor dedi. Kendi doktorum şimdiye kadar hiç öyle bir şey söylememiş hep normal demişti. Bir sürü şey geçti aklımdan doktorum biliyordu de bana mı söylemiyordu, bu doktor mu yanlış gördü, son gittiğimden beri mi gelişimi geri kalmaya başladı vs. Neyse sonradan zahmet oldu bu kısa mısa diyen doktor benim çok düşündüğümü görünce bunun normal olduğunu, ölçümlerin kesin olmadığını, kısa demekle bir anormallelik belirtmek istemediğini genetik olduğunu sağlık olarak bir sıkıntı olmadığını falan söyledi beni biraz rahatlattı. Ama içime oturmuştu bi kere.

2 hafta sonrasında aynı hastanenin başka bir doktoruna 37. hafta raporunu almak için gittim. Geçen seferkinin şokunu yeni atlatmıştım ki bu "gerizekalı" doktor ultrasonda bebeğe bakınca "Allah Allah, bir asimetri var bu bebekte, neden böyle ki anlamadım vücudunda aşağı indikçe gelişimi geriliyor" falan gibi abuk subuk laflar etti. Asimetri ne demek ya!!! Ya dedim siz ne diyorsunuz alın bakın eski ultrason görüntüleri burada açtım dosyamdan gösterdim hemen. Hımme burda normal çıkmış bizde neden böyle çıktı ki, anlamadım. Onuda mı ben bilecem ölçmeyi beceremedin demekki diyecem ama o kadar sarsıldım ki. Dokunsalar ağlayacağım nerdeyse. Aynı gün kendi doktorumun muayenehanesinde aldım soluğu!! Önce abuk subuk doktortorlara gittiğim (halbuki raporu oradan almak zorunda olduğum için gittim)ve her söyleneni taktığım için tatlı bi şekilde azarladı beni :) Sonra ultrasonla baktı ve o doktorların ölçmeyi beceremediğini, bu ölçümlerde doğru açıyı tutturmanın çok zor olduğunu ve kızımın tombiş bacaklarında hiçbir problem olmadığını söyledi. Çok rahatladım :)))

Ancak suyumu kontrol ettiğinde azaldığını farketti. İşte bu kötü bir haber :((( O doktorların kafasına bacağına bakacağına bu son haftalarda amniyon sıvısının miktarına daha çok bakmaları gerektiğini ve bunu nasıl ihmal edebildikleri ile ilgili söylendi doktorum. Dediğine göre bu hafta olması gerekenin yarısı kadar suya sahibim :(( 3 gün evde yatıp az hareket edip bol su içmemi istedi. Öyle de yapıyorum. Eğer bir gelişme olmazsa normal doğumu bekleyemeyeceğiz galiba. Halbu ki ben kendimi normal doğum için hazırlamıştım hiç bir zaman sezaryen istememiştim. Ama kısmet buymuş demek ki diyorum. Doktoruma gerçekten çok güveniyorum ve kendisinin normal doğumu savunan bir insan olduğundan da eminim. Herşey yarın belli olacak...

İşin şu yanı cidden çok acı. Benim doktorum var imkanım var ve ona güvenip danışabiliyorum. Fakat öteki tip insanların elinden günde kaç tane gebe geçiyor bir düşünün. O insanlara neler diyorlar, nelerini ihmal ediyorlar kim bilir...

2 Haziran 2010 Çarşamba

Evet!! Kız Olacak ve Ben çok Memnunum!!!


Şu insanları gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Ben devrin değiştiği kanaatindeydim ama yanılmışım galiba. Biz hala yerimizde sayıyoruz.

Karnım tabii ki büyüdü ve kızım ben buradayım diye sesleniyor artık. Görenler önce kaç aylık olduğunu sonra cinsiyetini soruyor. Neşe içinde kız diyorum. Tepkiler ise insanı deli edecek şekilde oluyor. Neşeme katılan insanlarla o kadar az karşılaştım ki. Artık umursamıyor gülüp geçiyorum hepsine. Her annenin bir kızı olmalı, kızı olmayan bunu anlayamaz diyen bir annem var benim. Aynı görüşteyim ve kızım olacağını öğrendiğim günden beri çok mutluyum. Ama çevredekiler öyle mi?

Soru: Cinsiyeti ne?
Neko: Kızım olacak :D

A kişisi: Öyle mi? Sağlık olsun.
(O ne ya? Sanki birşey kaybettik. Töbe töbeee...)

B kişisi: Olsun. Sağlıklı sıhhatli doğsunda...
(İyi diyosunda suratındaki ekşilik ne?)

C kişisi: Eli ayağı sağlam olsun da cinsiyetinin ne önemi var.
(E o zaman niye sordun? Beni mi teselli ediyorsun kendini mi?)

D kişisi (akraba): Hiiç mesele değil. Sağlık olsun...
(askdjdfjjırmbf..!!!! Benim için mesele, hem de şahane bir mesele. Sana nasıl bir mesele?)

E kişisi (akraba): Şaka yapıyorsun dimi?
(argfdsdadşs@@lşd..!!!!!Ben sana kızımı sevdirmeyeyim de sen gör!!!!)

F kişisi: Bilmem kime de kız demişlerdi ama oğlu oldu.
(Hala bir umudu var yani garibanın. Yok yok olmasın öle..)

G kişisi: Bu adam cidden enteresandı yalnız. Mobilya bakıyorduk. Ne dediğini tam hatırlayamıyorum ama kız olduğunu öğrenince Koca'yı teselli etmeye çalışmıştı. Yok kız zaten daha iyidir, eve bereket getirir vs. die. Çok sinir olmuştuk ama çıkınca adamla dalga geçip güldük :))

Bu dialoglar defalarca tekrarlanmış, "aa ne güzel" cevabı sadece %5 lerde kalmıştır. Şunu daha net gördüm ki eski nesil erkek çocuğa hala daha gerekli gözüyle bakıyor. içten olumsuz dıştan göstermelik bu tepkiler genelde ileri yaştaki insanlardan gelirken yaşıtım bayanlar benle aynı görüşte.

Neyse ki öyle... :))

17 Mayıs 2010 Pazartesi

A'lara şapka geldi hanıımm...


Nihayet neden gitiğini anlayamadağım şapkalı a harfi geri dönmüş. :) Rüzgar değildir rüzgârdır bundan sonra. Geçenlerde farkettim ki word de bunun farkında. Hemen düzeltmeye çalışıyor sen kağıt yazınca.

Bundan sonra gerektiğinde a'larımızı şapkasız çıkartmayalım lütfen :)

16 Mayıs 2010 Pazar

Cömert Takım


Ne cömert takımız yaw. Kupayı Trabzon'a şampiyonluğu Bursa'ya verdik. Paylaşımcı olmak lazım dimi dimi.
Hiç birşey diyemiyorum artık. Ne diyeyim...

6 Mayıs 2010 Perşembe

Japonika - Tıklanası Alınası


Bunu öğrenince gerçekten çok sevindim. Japonika adlı site Türkiye'de çeşitli mangalar,animeler, ve bu alanda ürünler satılan nadir mekanlardan birisi. Sitede anime ve mangaların yanı sıra bayıldığım Momiji bebeklerden de satılması beni çok mutlu etti. Benim gibi tahta bebek koleksiyonu yapan birinin kaçırmaması gereken bir imkan.

Hepsi birbirinden şirin. Hangisini alsam acaba. Sanırım party girl'ü tercih edeceğim. Baştan üçüncü :)) Ama hepsi benim olsa hepsi hepsiii :))
Ha bir de bunu istiyorum istiyorum istiyoruuumm!!!

5 Mayıs 2010 Çarşamba

İlk Anneler Günü


Bu gün hayatımın ilk anneler günü hediyesini aldım!!!
İş yerinden kızlar düşünmüş :)
Ağlamak istiyoruuuummm...

ÜDS Yetmedi Birde KPDS Sardım


Ama bu sefer hazırlıklıydım. Kendime altıma koyup oturabileceğim, ortası boş simit şeklinde viskon bir minder aldım. Sırf sınav için değil, ofiste de kullanıyorum. Ama bana inatla her sınavda meslek liselerini veren Ösym ile baş edebilmek için sınavdan önce aldım tabii :) Öte yandan unuttuğum çok ciddi birşey vardı: SÜT (!) Evet süt. Çünkü sınavda midem yandı ve yanımda rennie adlı ilaç olmasına rağmen henüz hiç kullanmadığım için midemi falan bulandırır dokunur korkusuyla yutmadım (daha doğrusu çiğnemedim). Yanan midem ve tekmeleyen kızımla geçen bir sınavdan sonra ne sonuç gelir bilemiyorum.

Son zamanlarda Kpdsden para alanların sayısı artmış olacak ki sınavı iyi bi zorlaştırmışlar. Girmeden önce son 3 sınava bakmıştım her geçen dönem daha da zorlaşıyordu ve işte bu en zoruydu. En sıkıcısıydı. Normal soruları bile paragraf soruları gibi uzundu. Oku babam oku. Sınava girdin zaten işin ne. Okuyacaksın tabii. 80 üstü gelse de az da olsa bi para eklense dişimizin kovuğuna gitse :)) Belki kızıma oyuncak alırım onunla :D

Ben de gözetmenlik yapıyorum bazen diye sınavdaki gözetmenlerin hareketlerini çok eleştiriyorum bazen. Düşünmüyorlar hiçbirşeyi. Bi ara baktım nefes almamıyorum bi daral geldi. Bi fakrettim kapı da pencerelerde her yer sıkı sıkı kapalı! Sınıfta tıksıran hapşuran öksüren gırla zaten. Bahar nezlesi olan herkesle aynı salonda girmişim galiba. Uyardım da açtılar pencereleri. Normalde sınav esnasında kapıyı kapatmak yasak.

Gözetmenlerin aralarında konuşmalarına, ellerinde anahtar yada tesbih sallamalarına, açıp cıt cıt telefonla oynamalarına da kızıyorum. Ters ters bakınca bırakıyorlar neyseki. Bir de topuklu ayakkabı giyen gözetmenlere kıl oluyorum. Dolanır salonda tık tık tık... Sanki defileye çıkıyorsun. Giy düz bi ayakkabı yürü sessiz sessiz yada kır dizini otur masanda dolaşma ortada çeyizsiz kızın anası gibi.

Neyse geçti bitti işte. Üds gibi hoş bir sonuç gelmeyecek.
Sonuçları çaresiz bekliyorum,
Bekliyorum ama 80 gelmeyecek biliyoruuum.. Off hiç de sevmem bu şarkıyı ya.

29 Nisan 2010 Perşembe

Çatlak Patlak Yusyuvarlak...

Çatlak patlak yusyuvalak kremalı börek sütlü çörek... Bu tekerlemenin buraya kadar olan kısmının bir hamileyi tasvir ettiğinden okadar eminim ki artık :)) Çatlak ve patlak öte yandan da yusyuvarlak olan göbeğinize depolamak istediğiniz börek ve çörekleri özetliyor işte... Mideniz ne kadar yanarsa yansın umursamayıp doldurmak istiyorsunuz.. Öyle bir haldeyim.. Bu arada karnından dürtülünce gıdık alan ben içeriden de dürtülünce gıdıklanıyor muşum. Geçen gün onu farkettim :)

Geçenlerde doğum günümdü :) Koca saolsun ofise abim saolsun kahvaltıya gideceğimiz annemlerin evine çiçek göndermiş ikisini de karşılamak nasip olmadı. Ben yokken başkaları almış :) Çok da severim halbu ki çiçek karşılamayı çok da nadir olur :D İnsan aynı günde 2 taneyi de kaçırır mı!

Bu aralar izledim bişeyler ama hala yorum yazamadım. Hepsini burada toptan yazsam olmaz mı, olur neden olmasın :D

Çok Film Hareketler Bunlar

Aynen tvdeki gibi skeçlerden oluşarak ilerleyen ancak tvde güldürebildiği kadar güldüren bir film olmuş bence. Farklı olarak film tekniklerinden yararlandıklarını savunan Esere rağmen ben sahnede hareket eden bir araba yapmak için yandaki ağaçları geriye doğru yürütmelerinden çok daha keyif aldığımı belirtmeliyim. Öte yandan skeçler arasında güzel geçişler olsa birbirine bağlansa falan diye bişey bekledik ama onlar bize çok beklersiniz diyerek anca sıra sizin skeçte falan gibi bayat esprilerle bağlantıları kurdular. Sanırım 9 tanek skeç bulunuyordu. En uzun, en sıkıcı ve en saçma olan skeç Elalem Ne Der adlı bir skeçti ve sonunu müzikale çevirmiş olmaları bile bence kurtaramamıştı. Gel gelelim This is Kilyos adlı film fragmanı şeklinde yapılmış yer yer Hollywood filmlerine atıfta bulunan bir skeç vardı ki işte o beni güldürdü :) Birde bisikletlerle alakalı bir skeç vardı gülünebilecek. Film artık zaten bilmem kaçıncı haftasında. Gidip izlemeye değmeyeceği kanaatindeyim. Seney zaten tv de gösterilir o zamana kadar da televizyondaki skeçlerden izlemeyerek oyalanılabilinir.

Dersimiz: Atatürk

Filmin çok güzel olduğunu bir kaç kişiden duyduğum için gitmek istedim. Fakat abartıldığı kadar olduğunu düşünmüyorum Çocuklara yönelik hazırlanmış olsa da çok daha iyi olabilirdi bence. Oyunculuk desen gerçekten sıfırdı. Ne çocuklar ne de aile üyeleri doğru düzgün rol yapamıyor hele başroldeki çocuk oyuncu Batuhan Karacakaya berbat ötesiydi. Filmlerde rol almak yerine sakız gibi uzayan dizilerde rol alsa daha iyi olabilir. Çetin Tekindor'a diyecek sözüm yok ama o da filmi kurtaramamış. filmde bu çocuklar bir ödev için Çetin Tekindor'dan kendilerine Atatürk'ü anlatmalarını istiyor. %50'si çalışma odasında geçen film eski görüntülerin fotoğrafların vs projektörden izlenmesiyle şekilleniyor. Arada girip yorum yapan sanatçılar, ne alakaysa Uğur Dündar ve olması gerektiğine inandığım tarihçiler ve Atatürkçüler orada çocuklarla iletişimdeymiş gibi merhaba, hoşçakalın, öyle değil mi çocuklar gibi şeyler söyleyip filmi basitleştirirken odadan onları izleyen çocukların yapmacık cevapları insanı çileden çıkartıyor. Çok çok sıkıldığım bu sahneler bir yana filmde güzel mesajlara da yer verildiğine inanıyorum. Atatürk'ün sanat sevgisi ve sanatçıya olan saygısı ile doğa sevgisi bunlardan birkaçı. 15 yaş daha küçük olsam belki bana hitap ederdi ama kocaman insanların bu filme çok güzeldi demesini garipsiyorum... Konu ve mesaj olarak güzel, film olarak kötü idi vesselam...

Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?

3D izlemediğim için o konuda yorum yapamayacağım ama 3D izlesem eminim çok daha güzel olacaktı. Ben animasyonları çok severim çok da gülerim. Tr olması genellikle daha çok hoşuma gider çünkü kültüre yönelik espriler de işin içine katılır. Shrek ve Ice Age serilerindeki gibi çok eğleneceğimi düşünerek gittim. Fakat bu animasyonun yer yer eğlenceli yer yer durağan olduğunu farkettim. Her daim eğlence vaadetmiyor insana. Ama yine de sıkılmadan izletiyor kendini. Çocuğun sürekli tekrarladığı "Ama sen her tarafımı gösterdin" lafının ne demek olduğunu bir türlü kavrayamadım. Eminim orjinalinde işe yarar bir cümledir ama çevirirken katletmişizdir. Öte yandan her zaman mutlu sonla agucuk bugucuk biten animasyonlardan da sonunda en kötü sona kavuşup izleyen 8 yaş altı çocukları şoka sokan animasyonlardan da değil. Sonu orta halli hoş bir sondu yani. Sinema da bir sürü çocukla beraber izledim filmi ve farkettim ki büyüklerin güldüğü esprilere onlar gülmüyor onların güldükleine de biz gülmüyoruz. Her animasyon mu böyledir yoksa bu animasyona has birşey midir çıkartamadım. Bundan sonrakilerde dikkat ederim. Son olarak 3D izlenmeli diyorum ki durağan dediğim yerlerde manzaranın tadını çıkartabilin...

NOT: Aslında hamilelik ve annelik ile ilgili bir blog açma niyetindeyim çünkü o konuda konuşmak istediğim çok şey var.

15 Nisan 2010 Perşembe

Eyyvah Eyvah


İtiraf ediyorum bedava olduğu için izledim. Para verip gitmezdim. Ata Demirel'e karşı bir soğukluğum var zaten. Bana hiçbir zaman komik gelmemiştir. Bir çoğumuzda var olan "Kilolu insanların kendisiyle barışık olduğunu kanıtlamak için neşe dolu ve komik görüneceği" gibi genellemelerimizden faydalandığını düşünürüm hep. Orda burda çıktığı programlarda bi ton espri yapar taklit yapar güya yıkar döker ortalığı ama bende bir tebessüm bile oluşmaz. Nitekim bu filmde de pek gülmedim. Ama para verip gidilse de kendinizi biraz gevşek bırakıp gülmeye odaklanırsanız siz gülebilirsiniz.

Film annenannesi ve dedisi ile yaşayan, klarnet çalarak para kazanan saf bir Egeli delikanlılın başından geçenleri konu alıyor. Bu eleman köyünde çalışan hemşire kıza aşık. Kızı izlemediğim halde reklamlarından bile rahatsız olduğum Ihlamurlar Altında dizisiyle kariyerine başlayan yaşı ilerlediği için bence artık olgun rollere geçmesi gerekirken Küçük Kadınlar dizisinde tazecik bir üniversite öğrencisini canlandırması uygun görülen güzel olmadığı kadar şirin de olmayan ve tarafımdan hazzedilmeyen Özge Borak canlandırıyor. Normalde anlaşılacağı üzere sevmem ama bu filmde sanırım rolüne uymuştu ki gözüme çok batmadı. Ata'nın canlandırdığı esas delikanlı bir gün aslında bir babasının olduğunu öğreniyor ve elinde eski bir adres ve fotoğraf ile İstanbul'a onu bulmaya gidiyor. Bu arama macerasında Demet Akbağ'ın oynadığı Seda Sayan taklidi Firuzan adlı bayanla tanışıyor ve film böyle şekilleniyor. Pek de orjinal bir senaryo değil yani.

Zihnimde güldüğüme dair hatırladığım tek sahne bir emlakçıda şahit oldukları olaydan yırtmak için yaptıkları kör taklidiydi. Şiveler ve klarnetle çalınan "Asker Ettiler Beni (uçun kuşlar uçun İzmir'e doğru)" türküsü filmde hoşuma giden şeylerdi. Öte yandan kendileri bu filmi çekerken çok eğlenmiş olacaklar ki devam filmini de çekmeye karar vermişler. Zira film dönüş yolunda zırt diye bitiveriyor. Nooldu ya bu yazılar da nereden çıktı dedirtiyor ama sonrasında off neyse ne olacaksa olsun bana de diye de kendisinden vazgeçirtiyor. Dolayısı ile:

Neko'ya Kalanlar:
-Ata Demirel hakkında değişmeyen fikirler
-Demet Akbağ bu yaştayken nasıl bu fizikte gibi çelişkiler
-Görmenem gereken birşey gördüğümde yapmam gereken kör taklidi
-Birini suçlamak isterken kullanacağım -Siienden Ötürüüüg- repliği

14 Nisan 2010 Çarşamba

Olan Biten Bülten 2


Vee küçük prens nihayet teşrif etti :) Liva sonunda tombik bebişini kucağına aldı bu sabah. Tosunlukta maşallahı olan bu bebek annesini yormadan kendi gazını kendisi çıkartabilecek kadar da akıllı ve becerikli. Sağlıklı ve uzun bir ömrü olur inşallah. Şimdi büyük bir mutlulukla bir teyzelik sorumlulğu daha yükledim sırtıma. Kendisi de istedigi surece uzakta olsam da hep yanında olacagim :) Yüzümde maske ile gitmek zorunda kaldım çünkü hala boğazımdan gitmedi hastalık. Kucağıma da alamadım arkadaşımı da öpemedim. Aslında iyileştim sayılır sadece boğazımda kalınca bir ses kaldı. Bu gece de onu atarsam turp gibi olacağım. Ama riske atmak istemiyorum ikisinide. Böyle bir balon alıp gittim hastaneye :) Seviyorum ben bebek görmeye giderken balon götürmeyi.


Üds'den 87.5 almışım. Aferin bana gurur duydum kendimle. Şu anlam bütünlüğünü bozan cümlenin bulunmaya çalışıldığı gıcık paragraflar korktuğum kadar kötü değilmiş demek ki :) Kızım karnımdan karnımdan kopya vermeseydi yapamazdım tabii. Hadi bitanem sıra KPDS'de.


Dün resmen bunalımdaydım. Karnımda, krem kullanmama rağmen, hamilelik yüzünden oluşmuş 4 çatlağı farketmemle başladı herşey. Güzel karnım çatladığı için hamileliğime kızdım, sonra biricik kızıma kızıyor olduğum için kendime daha çok kızdım. Buna bir çözüm bulamayan tıp dünyasına ve kozmetikçilere kızdım ve karnım annemin karnına benzeyecek diye mahfoldum. Sonra hiçbir kıyafetimin güzel olmadığını, hiçbirşeyin üzerimde güzel durmadığını farkettim. Giymek istediklerimle ayakkabı çizme vs kombinleri yapamadıkça beter oldum. Yatağın üstü kıyafet yığını oldu ben gene de giyinemedim. Sonra yeni yıkadığım saçlarım bir türlü şekle girmedi öyle yaptım olmadı böyle yaptım olmadı iyice bunaldım yoruldum sıkıldım somurttum...Kendimi hiç güzel hissetmedim çok üzüldüm. Koca beni sinemaya götürdü alışveriş merkezi gezdirdi, Mudo'dan 2 tane hamileyken de sonra da giyilebilecek gömlek alınca rahatladım. Bu gün kendimi güzel hissediyorum. Çatlaklığım tescillense de güzel bir kızım olacağı fikri beni mutlu ediyor. Bir buhran daha başarıyla atlatılmıştır!!!

13 Nisan 2010 Salı

Bedava Verseler Giderim!!!


Bedava verseler almam derler ya, ben alırım :)) Neden almayayım. Nitekim Ankara forum salı günleri sinemasını üniversite öğrencileri ve kamu personeline bedavadan açmış durumda. Sinema hakkında nette yazılanları bir okusanız hayatta gitmezsiniz. Soğukmuş, koltukları rahatsızmış, kirliymiş, yan salondaki filmin sesini de dinliyormuşsun, çalışanlar kabaymış, doğru dürüst eleman yokmuş, biletteki yer aldığın koltuk çıkmıyormuş, it kopuk doluymuş vs. vs..

Ben zaten heyecanla beklediğim, keyifle izlemek istediğim filmler için sinemaya giden bir insanım. Bu filmler de zaten tek tük denk gelir ve gittim mi de iyi bir yerde sorunsuzca izlemek isterim. Öte yandan bedava bilete neden hayır diyeyim :)))

2 haftadır gidiyoruz koca ile. Çok da menunuz. Biletler bedava olunca olumsuz hiçbirşeyi görmeyiveriyor insan. Şimdi önceden saydığım olumsuzluklara dönersek:

Soğukmuş: Bilmemki havalar mı ısındı ben mi kalın giydim hiiç öyle değildi...

Koltukları rahatsızmış: Koltukların en kenardakiler hariç hepsinin çift koltuk olması yayıldıkça yayılma imkanı veriyor. Rahatsız gelmedi bilakis Kocaya yaslandım da izledim..

Kirliymiş: Eh canım kullanılan her salon kirli olur, buranın salonları da öyle çok kirli değildi. Ama tuvaleti gerçekten korkunçtu!!! Bunu hiçbir bedava yok edemez!!! Ki aslında bu da wc kullanma kapasitesi olmayan bağda bahçede doğaya salmaya alışmış insanlarımızdan kaynaklanıyor bence. Tuvalet kağıdını çöp yerine yere atan, çıkarken sifon çekmeyi beceremeyen insanlardan...

Yan salondaki filmin sesini de dinliyormuşsun:
Sadece o filmin sesi yüksek iken sizin izlediğiniz filmin sesinin alçaldığı anlarda :) Odaklarınısan onu bile farketmiyorsun yani.. =P

Çalışanlar kabaymış: Görüdğüm kadarıyla hiç ters birşey olmadı. Tamam kibarlıktan kırılmıyorlar ama asla saygısızlık da etmiyorlar.

Doğru dürüst eleman yokmuş: Vardı vardı. Ama biraz savsak çalışıyorlardı. :)

Biletteki yer aldığın koltuk çıkmıyormuş: Biz böyle birşey yaşamadık ama yaşasan da olsun sen de bulduğun yere oturursun :)

İt kopuk doluymuş: Özellikle bedava diye böyle olabileceğini savunan insanlara sesleniyorum!! Kimlikleri o kadar ince ince inceliyorlar ki her elini kolunu sallayan giremez! Öğrenci kimliğimi bandrol süresi geçmiş diye kabul etmediler, kamu kimliğini kullandım. Gelen insanlar zaten ya ailesini getirmiş kamu görevlileri yada üniversite öğrencisi. Normal bir salondan ne farkı olabilir ki.

Biletlerin bedava oluşu bana ayrı bir optimizm kazandırmış olabilir. Öte yandan ücretli alınacak olursa da 6tl'ye hemde gençtürkcell indiriminin de geçerli olabilidiği bir yere ancak bu kadarı diyorum. Ücretli gidecek olsam gitmeyeceğim filmleri izleme şansı buluyorum fena mı...

9 Nisan 2010 Cuma

Dayanmalıyım...


Hastayım. Çok hastayım. Nezle oldum burnumun sağ tarafı, dişlerimin sağ tarafı ve beynimin sağ tarafı sızım sızım sızlıyor. Her hapşuruşta beynimin parçaları burnumdan fırlayacak gibi geliyor. İlaç kullanamıyorum, 3 gündür boğaz ağrısı dolu sabahlara uyanıyorum. Bu halimle hala işe geliyorum evde kalıp uyumak istiyorum. Hafta sonu da derya kadar işim var. :(( Batsın bu dünyaaaa...

Dahası Koca'yı şehir dışına yolladım :( Össde görevli. Beni nazlayacak baş eleman da gitti. Gerçi anneme sığındım ama genede... Oooff of.

8 Nisan 2010 Perşembe

Tim Burton-Alice in Wonderland


Koskoca başkentte sadece kentparkta 3D gösterildiğini, her yerde Tr seslendirme olduğunu ve yanıma hevesli bir eküri bulamadığımı düşündüğümüzde aylardır heyecan içinde bekledğim bu filmi yaşama anlarım hayal kırıklıkları ile başladı. Beklesem dvd alsam 3 boyutlu izleyemeyeceğim, gitsem izlesem Tr diye sinir olacağım. Durdum durdum gösterimden kalkmasının son günü gittim izledim filmi :) İyi ki de izlemişim kaçırsam üzülürdüm. Dvdsini her halükarda alacağım nasıl olsa sinema tadını da yaşamış olayım...


Çılgın Şapkacı
Mad hatter diyorum başka bişey demiyorum. Bu jhonny Depp nasıl birşeydir ben anlayamadım gitti. Adam ne kılığa girerse girsin beni cezbedebiliyor. Her zamanki gibi şahaneydi. Burada bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim...
-Koca arkadaşına dert yanıyor
"Bu Neko Alice'e gitmek istiyor deli gibi."
"E gitsin abi ne var"
"Ya acayip acayip şeyleri seviyo bide Jhonny Depp var onda ya ondan, adam da bişeye benzese bari" (Kıskanıyo beni)
"Kim di o ya filmden göstersene bi şurdan" (Bilmemesi beni şaşırtıyor, Bilgisayara yöneliyorlar ve koca yukarıdaki resmi gösteriyor. Kısa bir şok anı ve ardından kahkahalar...)
"Abi bunu mu kıskanıyorsun ya. Yok artık!! Boşver gitsin ne çıkacak bundan"
Aah ah bilmiyorlar ki ben onu her haliyle severim :D
Filme dönersek, mimikleri ve hareketleri çok güzeldi. İnanılmaz keyif aldım, saflıklarına güldüm. Kırmızı kraliçenin kafasına yaptığı iltifatlara bayıldım.

Diğerleri
Alice'i oynayan kızı fragmanlardan sevmemiştim çok soğuk gelmişti ama filmde ona da ısındım. Kırmızı kraliçe muhteşemdi. O kafayı film boyunca nasıl o kadar büyük yapabilmişler öyle. Üstelik hiçbir yerde göze çarpan bir hata olmadan. Kekini çalanı aradığı sahne çok komikti. Öte yandan Anne Hathaway'i sevmeme rağmen filmde bana çok itici geldi. Bir arkadaşımın da değimiyle kadını resmen travestiye çevirmişler. Beyaz tamam ama zaten iri olan gözler ve dudaklar öyle bir boyanmış ki gözü resmen rahatsız ediyor. Çekin şunu algım bozulacak diyecektim :) Cheshire Kedisini çok güzel yapmışlardı pofuduk tombul ve ukala. Çılgın şapkacının şapkasına sulanması çok şekerdi.


Mekan ve Kostümler
Tam Tim Burton dan bekleneceği gibi harikaydı. O fantastik dünyada yer alması gereken herşey layıkıyla gösterilmişti. Ayrıca bu masalın diğer çocuk masalları gibi şen şakrak neşe dolu, mutlu sonla biten, aşk dolu olan bir masal olmadığını da varsayarsak masalın özünü ve gotik yanını Tim Burtondan daha iyi yansıtabilecek biri olabileceğini de düşünmüyorum. Ellerine sağlık! Bence her karakterin kostümü çok ayrıntılı ve özenliydi. Alice büyüdükçe ve küçüldükçe doğal olarak elbisesi değişiyordu. Mekanlar ve renkler beni çok tatmin etti. Rengarenk bir çocuk filmi beklentisiyle giden birçok kişi hayal kırıklığına uğramıştır çünkü ne bu masal öyle bir masal, ne de bu film öyle bir film. Tr gösterime girmesini ben çocuk filmi olarak görülmesine bağlıyorum ama 5 yaşında bir çocuğun da izlerken korktuğuna şahit arkadaşlarım var...

3D
Avatar kadar muhteşem olmasa da bence gayet iyiydi. Daha önceden izlediğim diğer üç boyutlu filmlerle karşılaştırdığımda onlardan daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Ama avatar bir başkayıd tabii ki.

NOT
Filmin sonunda Alice ile Çılgın şapkacının öpüşeceklerini bir çok kişi gibi ben de düşündüm. Ama bence bu beklentimin kaynağı sık sık ikisi arasındaki ilişkiyi resmeden Bri-chan'in illüstrasyonları. Bakınız aşağıdaki gibi...


Son olarak:
Bir kuzgun neden çalışma masasına benzer? :)))

3 Nisan 2010 Cumartesi

T-shirtünde Ne Yaziyor?


Yazılı t-shirtler yıllardır modadan düşmedi. Ne yazdığı bir çok insanın umurunda değil. Hiç umursamadan alıp giyiyorlar inanamıyorum. Yazılar çoğunlukla ingilizce tabiiki çünkü öylesi çok daha karizmatik (!)

Bir keresinde bir alışveriş merkezinde bir adamın üzerinde gördüğüm t-shirt beni deli etmişti. Hala çok pişmanım gidip farkında mı diye sormadığıma. Göbek kısmında aşağıyı gösteren bir ok, üzerinde de -Free Pony Ride- seklinde bir yazı vardı. Şimdi bu Salak adam için üç seçenek var! (her üç halukarda da salak) Ya at binme değimi ile okla gösterilen kısmın ilişkisini bilmiyor, dahası pony gibi küçük atlara daha çok çocukların bindiğinden haberi yok ve bunu free yaparak ne halt ettiğini anlayamamış! Ya ne yazdığından bi haber öylesine giymiş... Ya da ki en kötüsü herşeyden haberdar ve bundan memnun olacak kadar şerefsiz... Ben ikinci seçenek olmasını umuyorum ki yanında aile görünümünde birileri de vardı. Ama bu onun bu t-shirti boyle giyip dolaşabilmesine kılıf olamaz bence!!!

Bir kız arkadaşımın t-shirtinde ise -I am a virgin- yazıyordu. O farkındaydı ve severek giyiyordu bu t-shirti, giydiğinde gelen tepkilere rağmen. Bence enteresandı...

Ben bir kıyafet almadan önce herşeyini inceliyorum. Önünde dünya kadar yazı da olsa okuyorum hepsini. Bilmediğim şeyi giyemem! Arkadaşlarıma da onda ne yazıyor öyle diye sorduğumda bilmem cevabını aldığımda çok sinir oluyorum!!!

26 Mart 2010 Cuma

Bir yaşıma daha girdim...

Abim geçenlerde Hong Honkg'a gitti. Adam Amerika'da, oradan kongreye uzak doğuya gidiyor. Ben burnumu anca dibimdeki Yunanistan'a 3 günlüğüne sokabildim. Anlayamıyorum millet rahat rahat oraya buraya gidiyor ben neden gidemiyorum!! Japonyaya gitsem Viyanaya gitsem.. Seneye Amerika'ya gidince dibine vurmazsam nolayım...

Neyse konuya dönelim.. Yeni şeyler öğrenmek süper bişey. Abim orada görmüş bana anlattı şok oldum. -Flowering tea- yani çiçek açan çay diye bişey varmış. Nasıl yapıldığını bu blogda kabaca görebilirsiniz.

Şimdi çarşıdan aldığında bin tane olmasa da bu çaylar aşağıdaki gibi top şeklinde. O toplardan birini alıp sıcak suya atıyorsunuz ve bekliyorsunuz.. Voilaaaa...Suyun içinde çiçek açıveriyor. Bir çok çeşidi var internette. Fiatları pek uygun değil tabii ki. Bence gerçekten büyüleyici. :)

EKLEME: Buldum ben bundan bulduumm. Ankara Kentparkta var bi kafede. Deneyeceğim bir ara :))

25 Mart 2010 Perşembe

Dexter 4 .Sezon Finali


4. Sezonun 12. ve son bölümü olan "The Getaway" bana sağlı sollu bir yumruk atarak bitirdi sezonu. Gecenin bir yarısı izledim televizyonda. O kadar şok oldum o kadar üzüldüm ki sonunda, dizi bitti ama ben bi yarım saat oturduğum yerde kaldım.

Belki de o kadar çok şok edici bir son değildi ama beni derinden sarstı. Her sezon sonunda olduğu gibi sezon boyunca peşinden koşulan katil (burada aslen 4lemeci olan fekat 3lemeci olarak adlandırılan Arthur) hakettiğini buldu ve okyanusun dibini boyladı. Bu esnada polis departmanı da olayları çözdü ama katilin yurt dışına kaçtığını düşünüyorlar. Debra Morgan'da nihayet Dexterin geçmişini gün yüzüne çıkarttı ama ardından sarfettiği (küfür içerse de) sevgi sözcükleri Dexter'ı kötü biri olmadığı konusunda umutlandırmıştı. Arthur ile kendisini sezon boyunca karşılaştırmış, ondan birşeyler öğrenmeye çalışmıştı, fakat sonunda onun ailesi ile kendi ailesini karşıalştırınca kendinin daha iyi olduğuna karar vermişti. İşte Dexter sonunda kendisini iyileştirebilecek birşey buldu diye umutlanıyordum ki olan oldu... Arthur gerisinde Dexter'a derin bir yara bıraktı.

Eee ne de olsa tarih tekerrürden ibaret.. Şimdi 5. sezonda ne olacak, yaşadığı tramva yüzünden oğlundan yeni bir Dexter mı doğacak merak içerisindeyim. Neyseki oğlu hatırlayamayacak kadar küçük. Dexter ve abisi ise herşeyi çok net hatırlıyorlardı..

Bekleyelim de görelim bakalım...

21 Mart 2010 Pazar

ÜDeSe, UDemese...


Taam olabilir kötü bi espri ama gene de sevdim ben :D ÜDS'ye girdim bu gün. Ankara'nın göbeğinde çok bilinmesi gerekirken bir sitesi bile olmayan, google maps'de bulunamayan, google da aratınca ne idüğü belirsiz birinin çeşitli forumlara bizim okula gelin bizim okul şöyledir böyledir diyen 5-6 cümlelik bir yazıyı copaylayıp yapıştırmasıyla google da kendine yer edinmiş bir okulda girdim. Sora sora buldum neyse.

Derya kadar otoparkları varken sınava girenlerin arabalarını alamayan sadece görevlilere yer ayıran okullara kıl oluyorum. Girdim ne güzel kıvrılacaktım bi kenara, gerisin geri çıkarttılar beni. Yol kenarında bi yere öyle bıraktım arabayı. Tam inecem önüme biri geldi durdu ama arabanın tamponunu deydirecek nerdeyse. İndim dedim geri parket biraz sonra nası çıkcam ben burdan. Çıkarsınız aslında falan filan. Ben bilmiyorum sanki nereden çıkarım. Arkasında bi ton yer varken parketmesini bilmiyo gelmiş bana acemi şöfor muamelesi yapıyo. Arabana kıyıp sürtüp gideceksin... Tobe tobee..

O lisede okuyan gençlere acıdım ama. Sıralarda oturmayı unutmuşum anacım. Kaba etlerim düm düz oldu. Kemiklerim etlerim birbirine kaynadı. Şekilden şekile girdim oturma organımdaki uyuşuklukları gidereyim diye. Zaten göbek var kısılıp oturamıyorum yayılmam lazım. Pek rahatsızdı vesselam, keşke minder götürseymişim bile dedim içimden :D annemlerin orada dedeler nineler var koltuk altına alırlar minderi parka giderler gün boyu lak lak edip geri dönerlerdi :D Minder olayında haklılarmış walla.

Sınava gelince, şu anlam bütünlüğünü bozan cümleyi bulabilme olayı beni hep germiştir. Ya anlamı bozan ilk cümleyse!! ya ben herşeyi onu baz alarak okursam. Bence o sorularda ilk cümlenin şıklara konmaması lazım. İlk cümlenin akışı bozduğu nerde görülmüş!!! Akışı başlatan o değil mi zaten. Ama oluyo işte yapıyorlar, nasıl zor olacak nasıl gıcık olacak işte böyleee... Bir soruya ilk cümle uymuyor dedim ama iyi mi ettim kötü mü ettim bilemiyorum :D Paragraf da Davinci'den ve tasarımlarından bahsediyordu artık nerde görsem aklıma gelir...

Önceki yılların sınavlarının tersine bu sefer gramer kolay readingler zordu. Kendimi global warming ve climate change gibi ıcığını cıcığını bildiğim paragraflara hazırlamışken gelen gıcık paragraflar hayallerimi yıktı :)) Gene de yaptım ama çok sıkıldım. Bakalım kaç gelecek.

Kpdsye de gireceğim, ondan para geliyo çünkü :D

20 Mart 2010 Cumartesi

Küçüktüm Ufacıktım...

Ben güya 5 aylık hamile, karnımda ise ufacık bir şişilik. Her gören nerde bu bebek diyip duruyo. Millet alışmış tabii hamile oldunmu duba gibi olmam gerek!!! 3 kilo aldım sadece. Öte yandan yaş olmuş 26 ama ben hiiç öyle görüntülenemiyorum :) Kiiim hamile sen miiii evli bile olduğunu düşünmezdim diyor millet. Hamile kıyafetleri giymiyorum ya ondan herhalde. Robadan genişleyen ve ileride de giyilebilen bir ton kıyafet varken niye hamile elbisesi alayım ki ben...

Geçen kocayla yanyanayken vitrinden yansımamıza baktım. Öğrenciymişiz de ben yanlışlıkla hamile kalmışım gibi görünüyoruz. O da küçük ben de küçük :D Güldük halimize. Aklıma Juno geldi.

Dün Hamile Eğitimine gittim. Ömrümde bu kadar hamileyi birarada görmemiştim :) Aralarında çok farklı durdum yaw. Hepsi hamileliğin hakkını veriyordu ve aralarında benim annem gibi görünebilecekler bile vardı. Diyetisyen güzel şeyler anlattı da arkada ikram ettikleri poğaçalar bana herşeyin tam tersini söylüyordu. Ooohh yedim güzel güzel :D

Şimdi genç görünme konusunda böyle diyorum diye bundan şikayetçi olduğumu düşünmeyin. Ben memnunum ve çok eğleniyorum. Otobuste dolmuşta rahatlıkla öğrenci verebiliyorum o da cabası. Pasom yok ama zaten öğrenciyim ben hala. Sadece inandırmak zorunda kalmıyorum kimseyi.

NOT: İnternet blog annesi doluymuş :) Bazı bloglar geçrketen faydalı bilgiler içeriyor. Ben bu bulogumu öyle birşeye dönüşürmeyi kesinlikle düşünmüyorum. Ama dayanamazsam anlatacak çok şeyim birikirse olmadı yeni bitane açarım o iş için :P

10 Mart 2010 Çarşamba

Hormonlar Foraaa...


3-4 hafta önceydi. Bana bi haller oldu. Bi yalnız hissettim kendimi bi yalnız hissettim öyle böyle değil. Herkes hevesimi kırıyor, kimse benimle aynı heyecanları paylaşmıyor, kimse o heyecanları yaşamama izin vermiyor, öyle bir buhranlara girdim ki. Aslında biliyorum öyle olmadığını ama bir anda herşeyin negatif yönü yığılıverdi üstüme. Nefes alamadım kendimi tutamadım bağıra çağıra ağladım.

Olay benim magazaları gezip bebek kıyafetleri ana kucağı vs bakmamla başladı. Benim artan bir sevinç içinde çok beğenerek şirin görerek içime sokmak isteyerek incelediğim herşeye Koca bu ne pahalı şey, ne gerek var buna, yok artık, zaten daha cinsiyetini bilmiyoruz, yada anne babanın sevgisini sömürüyorlar bu nasıl bir sistem diye tepki verdikçe benim neşem çan eğrisinin son yarısını çizmeye başladı. Herşeyin neden gerekli olabileceğini savunmaktan, neyin ne işe aaradığını anlatmaktan yoruldum usandım. Sustum. Biliyorum ki o tepkileri o da beğenmediğinden değil gerçekten çok pahalı olduğu çin veriyor. Ama o sıra bunu farketmem çok zordu. Hiçbirşeye bakasım kalamdı ilgim gitti hevesim kaçtı.

Belki dedim annemle bakarım bende...Fakat her zaman işi olan emekli olduğu halde çalıştığı zamandan daha da yoğun olan annemi ultrasona bile götürebilmek deveye hendek atlatmaya döndü. Doktor randevusu almadan önce anne randevusu aldım. Bu esnada annemden aldığım ben gelmesem de olur siz gidin, size ne zaman uyarsa o zaman alın gibi laflar buhranıma tuz biber oldu. Sanki onu torununu görmeye ben zorla götürüyormuşum gibi, kendisi için hiç önemli değilmiş gibi bi düşünce sardı beni. Biliyorum öyle değil beni sıkıtıya sokmamaya çalışıyor ama yok illa o tarafını göreceğim ya. Liva annesiyle deli gibi bebek alışverişi yapar annesi herşeyi hazırlar alır bizimkinde tık yok. Umutlarım söndü ve çok üzüldüm... Ama kimseye bişey demedim.

Burada herşey pahalıysa Amerika'da ucuzdur dedim. Abim gelirken alır getirir bana dedim. Zınk! Bi öğrendim ki abim gelmiyor yengem yalnız geliyor, tek valiz 23 kilo şartı var. Oradan istemek istediğim derya kadar şeyden sadece 1 tanesini isteyebildim. Hayal kırıklığına uğradım.

Seneye 1 senelik Amerika'ya gideceğimiz için bebeğe oda takımı almamamız gerektiğine park yatakla idare debileceğimize karar vermiştik. Ama ben oda takımlarını karyolaları çok seviyordum. Hamileliğimden önce bile bakardım Koca bana sen çocuk iste en güzelini alırız derdi. Bebek 6-7 ay park yatakta yatsa, 1 sene amerikada kalsa döndüğümüzde 1,5-2 yaşındaki çocuğa bebek odası yerinde çocuk odası alacağımız için bebek odaları bana asla ulaşamayacağım, hevesimi alamayacağım, ilk çocuğuma neşe içinde hazırlayamayacağım birşey gibi göründü!! Ayıcık koyacağım rafları, elbiselerini asacağım gardrobu minik çekmeceleri olmayacaktı... Çok sinir oldum ama sustum...

Ama sonra susamadım. Hep çok neşeli olan ben, herşeyin üstesinden gelen ben, zamanını gülerek geçiren ben, herkese hep sabrı ve pozitif düşünceleri öğütleyen ben, ben olmaktan çıktım. Başka bişeyler oldu. Ağladım bağırdım herşeyi döktüm söyledim. Çok yalnız bıraktınız beni hiç anlamadınız dedim. Patlama evde olduğu için sadece Koca dinledi ve anladı.

Şimdi Koca hep yanımda :) Ben de onu anladım. O bana adım attı bende ona. Bebeğimizin cinsiyeti de belli olduğu için artık daha ciddi bakıyoruz eşyalara. O götürüyor beni çeke çeke, bazı şeyleri bulup getiriyor bak bu ne güzel diye. Pozitif şeyler mi çoğaldı ben mi onları görmeye başaldım bilemiyorum. Hafta sonu annemle gidip alışveriş edeceğim. Teklif ondan geldi :) Yatağını beşiğini ben yapmak istiyorum dedi. Oda takımı alma ihtimalmiz de yeniden doğdu :)) Bebek odası olarak düşündüğümüz odanın duvarları zaten mor. Beyaz bir takım alsam ne güzel olur. Yengem kendisi de bir kaç hediye almış saolsun. Bu gün göreceğim onları da. Çok merak ediyorum :)

6 Mart 2010 Cumartesi

Şafak Vakti (alacakaranlık 4)


Sonunda bitti. Ben memnundum bitmeseydi keşke :( Ne güzel eve geliyodum yemek yiyodum sonra açıp okuyodum yatana kadar :D Koca da mutluydu açıp PES oynuyordu istediğini izliyordu karışanı görüşeni olmuyordu :) Şimdi ne bulacağım ki böyle keyifle bağlanabileceğim...

Kitaba gelirsek, bazı bölümlerde yine fazla ayrıntılara dalmasına rağmen içerdiği süprizlerle bana kendini beğenirdi. Edward-Jacob aşkını güzel bir noktaya bağlanarak mutlu sona ulaştırılmasına menun oldum. Edward ve Bella'nın mutlu aile tablosu çizme girişimlerinin de başarıya ulaşması güzeldi. Bella sonunda (spoiler olabilir isterseniz bu cümleyi okumayın) vampir oldu ve biz de yeni vampir olan birinin neler hissedebileceğini öğrendik. Yeteneği ortaya çıkan Bella 3 kitaptır beceremediğine ulaşıp sonunda işe yarar hale geldi. Ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar :P

Aha geldiler geliyorlar yok vazgeçtiler geri döndüler denen Volturi ahalisi sonunda teşrif etti. İşte tam o noktada tutulma kitabının sonunda oh neyse iyi oldu sorun çıkarmadan döndüler diyebilirken bu kitapta diyemiyorum! Bana böyle vaz geçip geri dönmeleri falan çok yavan geldi. Tamam haksız oldukları görülseydi ama savaş yine de olsaydı ve Göçebe vampirin de önerdiği gibi bir devrim olsaydı. Belki Carlisle Elazar ve Edward yeni kanun koyucular olurdu. Ne bileyim öyle boş boş geri dönmeleri beni pek tatmin etmedi.

Bella'nın hamileliği benim hamileliğimle çakışınca bi acayip oldum :D İçindekihemen büyüdü kemiklerini kırdı vs. Okudukça kendimi düşündüm, empati kurmak pek zor olmadı. Benim kemiklerimi kıran yok çok şükür :D Bu hamilelikte saçma olan bi nokta bebeğin ne ile beslenmek istediğini bir türlü bulamamış olmaları ve Jacob sinirle aklından geçirince anlayabilmeleriydi. Babası vampir olan bir bebek ne ile beslenmek istiyor olabilir ki? En güzel anı ise Edward'ın bebeğin düşüncelerini duyabilmeye başladığı andı.

Rosalie ve Jacob arasındaki sürtüşmenin filme yansıtılacağını umuyor, yeni gelecek filmlerdeki efektlerin daha kaliteli olmasını diliyorum. Özellikle Bella vampir olunca yaşananlar bir CSI dizisindeki makro çekimler kadar güzel olmalı. Bu kadar zor olmasa gerek...

5 Mart 2010 Cuma

Olan Biten Bülten 1


Asya Amerika'ya uçtu (yarın uçacak daha dogrusu). Özleyecegim yanı başımada olmasını. Tam da ona en çok ihtiyacım olan zamanda gidiyor ama buna çok ihtiyacı olduğuna da eminim. Rahatlaması ve nefes alması gerek. Orada umarım çok mutlu olur..

Liva'nın hamileliği küçük problemlerle ilerliyor, korkuyorum. İnşallah sağ salim atlatır :(

Ofise Asya'nın yerine yeni bi arkadaş geldi. Çok severim kendisini. Eğlenebileceğimizi düşünüyorum umutluyum :)

Bebek bakımı giyimi tutumu vesairesi hakkında hiçbirşey bilmiyorum :(( 4 ayım kaldı kafamı kaşıyıp arada da onları öğrenebilecek pek bi zamanım yok. Ne olacaz bilmiyorum artık. Düşününce içim daralıyo sonra kızım tekmeliyo rahatlıyorum..

Evet artık tekmeliyo. Yaklaşık 2 haftadır iletişime geçtik her gün ben buradayım diyor :D

Alice Harikalar Diyarında gösterime girdi 3D olarak gidip izlememi bekliyor :D Yazıkki her yerde Türkçe seslendirme var. Ben orjinal sesleri tercih ederdim. Her animasyona çocuk filmi gözüyle bakmasalar olmaz zaten...

Bu kadar işte daha ne olsun...

25 Şubat 2010 Perşembe

Tutulma (alacakaranlık3)


Geç de olsa saplandığım saplantının üçüncü sapı olan bu kitapda bitti :) Erkeklerin nedense pöh diyerek beğenmediklerini ifade ettiği (bence Edwardı yada Jacob'ı kıskanıyorlar çünkü asla öyle mükemmel olamayacaklar) bayanların ise severek okuduğu (daha önce dediğim gibi yazık ki yok öle mükemmel erkek) serinin bu kitabı "Tutulma" ilk üç kitabın bence en iyisi. Pembe diziye dönen aşk hikayesi dışında içerdiği aksiyon bölümleri ve ilk bölümlerden başlayan değişken olayları yüzünden bana öyle gelmiş olmalı.

Aşk üçgenlerinden nefret etsem de Jacob'ın azmi beni bazen siniretse de çok etkiledi. Millet bi taneyi bulamazken bu kızın iki mükemmel erkek arasında kalması ne menem bi şanstır anlamadım. Neyse Meyer ablam yazmış bize okumak düşer :)

Şimdi bi kaç nokta var ki resmen komediydi. İlk olarak Bella'nın odasına girenin, cinayetleri işleyenin, Forks'a gelmeye çalışanın vs. birbiriyle ilişkili olduğunu enbaştan biz okur okumaz anlarken onlar nasıl anlamıyorlar, ve o kadar zeki vampirler arasından Bella'nın çıkıp olayı anlaması nasıl bir mantıktır. Öte yandan sonunda kendini yaralamasının bir işe yaramış olmasını isterdim, 3. eşle ilgili o kadar efsane dinledikten sonra kendisinin de bişeyler yapabileceğini göstermek istedi zavallı ama kendini daha da aptal yerine koydu. Bence filmde bu sahne işe yarar hale getirilecek çünkü kitapta hayal kırıklığıydı.

Garip bi şekilde kitap mutlu bir sonla biter gibi görünse de (düğün hazırlıkları ve davetiye) hüzünlü bir halde bırakıyor insanı. Ve sonunda Rosalie ve Jasper'ın da geçmişlerini öğrendik. Rosalie'nin neden Bellanın vampir olmasını istemediğini de. Acı bir son olmuş onun için. Bir çoğunun geçmişini göz ardı eden film endüstrisi umarım bunları değerlendir çünkü ben Rosalie'yi gelinlik içinde intikam alırken görmek istiyorum!!! O kadar çok istiyorum ki kimse göstermezse ben kendim bunun resmini çizeceğim! =D

Gelsin sıradaki..."Şafak Vakti"

22 Şubat 2010 Pazartesi

=)


Kızım olacak benim.

Elbiseler alacağım ona, hiç başından ayrılamadığım rengarenk zıbınlardan patiklerden sonra fırfırlı eteklerden... Saçlarını tarayıp iki yanda top yapıp şirinliğine şirinlik katacağım..

Sen bi sağlıkla doğ da inşallah gör bak daha neler yapacağım ben sana :D

17 Şubat 2010 Çarşamba

YeniAy (alacakaranlık2)


Çabucak okudum bitirdim. Birinci kitap için gelişmiş düşüncelerim bunun için de geçerliydi. Çok rahat ve keyifle okudum ama aynı ilk kitaptaki gibi ilk yarı son derece durağandı ve yavaş ilerliyordu.

İlk kitapta alevlenen Edward ve Bella aşkı bu kitapta depresyona dönüşüyor. Çünkü o mükemmel erkek profilini oluşturan, her dişinin hayali Edward güya Bella'nın iyiliği için onun isteklerini umursamadan onu terkediyor ve sayfalar boyunca Bella'nın Edward'ın yokluğundan göğsünde oluşan deliği tasvir edişini dinliyoruz. Geceleri kabuslar görüyor çığlıklarla uyanıyor vs... Edward'ın hayalini görebilmek için kendini tehlikelere atıyor. Bu arada Edward ve ailesinin nerelere kaybolduğunu bilmiyoruz.

Yazar Edward'ın yokluğundan boş kalan hayalleri süsleyen erkek karakter kadrosunu kurtadam Jacop ile dolduruyor. Öyle ki Bella'nın birinci kitapta kurtarılmaktan bıkmayan hayatını bu sefer Jacop kurtarıyor. Jacop'ın kurta dönüşmeye başlamasından sonra Bella'da oluşan 2. göğüs deliğinin ardından kitap renklenmeye başladı ve çabucak bitti :) Jacop'ın filmlerdeki gibi kıllı ve kurt suratlı iri insan yarmasından ziyade büyük ama gerçek bir kurda dönüşmesi beni çok menun etti. Ama onu görenlerin ayı sanması da bana saçma geldi :)

Kitabın sonunda esas oğlan geri döndü ve bu sefer Bella'da hayat kurtarabileceğini gösterdi :) Öte yandan sonsuza dek 18 yaşında kalmayı kabul edebilirken o yaşta evlenmeye imkansız bakarak saçmaladı.

En kıl olduğum şey erkeklerin herşeyi en iyi onlar biliyor gibi görünüp öyle davranması. Senin ne düşündüğünü umursamadan güya senin iyiliğini düşünerek senin adına da karar verirler. Sen daha iyilerine layıksın, ben sana az geliyorum, bu senin için daha iyi gibi cümleler aslında onların seni nasıl gördüğünün göstergesidir!! Senin onları nasıl gördüğünü önemseseler adam olur sorarlar... Çok sinir oluyorum Edward'a da tüm erkeklerede :)

10 Şubat 2010 Çarşamba

Oynamak İstiyorum Sayın Seyirciler

Vay be ben de alır oynar satar oldum. Eskiden beri severim zaten bilgisayar oyunlarını. 2 tane abim vardı ve küçükken bizim nesilden bir çokları gibi bilgisayarımız yoktu :(( (Emrah bakışları..) Annemin bi arkadaşının eşinin vardı bazı akşamlar yemeğe yada çaya giderdik oraya. O iki abi beni öne sürer en şirin halimle bilgisayar oynamaları için izin istememi sağlar sonrada tüm akşam boyunca 1 kere bile bana oynatmazlardı :( Bi kere bana bırakacak olsalar acemilikten bişey beceremez o ana kadar zaten 10 kere oynayıp uzmanlaşmış kendileri vicdansızca sen nası olsa oynayamıyorsun diyerek alırlardı elimden. Umursamazdım o zaman küsmezdim de... Şimdi olsa hakkımı yedirir miim be. Beni bu hale onlar getirdi demek :P

Kendi bilgisayarım üniversitedeyken oldu. Olur olmaz da oyunlara başladım Level dergisi alır oldum. Demosunu beğendiğim oyunları gidip Karanfilden alır oynar oldum. Hatta oyun bitirir oldum. Frp oyunların bana göre olduğunu anlayıp bi karakteri arkasından yönetmenin keyfini tattım :D O günlerimden vaz geçilmez oyunum American McGees Alice beni benden almıştı. Müzikleri aarı bir alem konusu ve ambiyansı bambaşka bi alemdi. Alice harikalar diyarında gibi bir masalı ailesi yangında ölünce kafayı yiyen Alice ile kabusa çevirmişlerdi. Severek oynamış ve bitirmiştim. Level dergisi tam çözümünü vermişti ama ben bakmamıştım ona hiç :D

Şimdi o dönemler geçti PS3 devrimiz başladı. Alır almaz kendime göre oyunlar araştırdım internette. Frp olmalı fantastik olmalı Japon havası olabilir, dövüş olsun ama askeri olmasın vs... Hiç tereddütsüz aldığım oyun Ninja Gaiden Sigma 2 oldu.

Gerçekten mükemmeldi. Grafikler karakterler silahlar hareketler vs. Şahaneydi. Bi arkadaşım oyunun en şiddetli oyunlar listesinde ilk 10 da olduğunu söylemesi bile beni etkilemedi. Ben Hayabusa ninjaları yada yaratıkları öldürdükten sonra silahını yerine yerleştirmeden önce üzerinde kanı silkeleyişini sevdim. Ben her bölümde bir bossla savaşıp yeni bölüm heyecanını tatmayı sevdim. Ayanenin mor saçlarını uzaktan atıp patlattığı çiçekli bombalarını, Japon temalı mekanlarını, Momijinin çift sıçrama hareketini uzun silahını sevdim. ehem ehem..Neyse... Öte yandan bayan karakterlerin vücut hatlarından ve bu hatların en ufak harakette hoplayıp zıplamasından oyunun erkek zevkinegöre yapılması beni tiksindirdi! Her oyunda yaşamak zorunda olunan birşeymiş gibi mutasyona farklı noktalarından uğramış bayan karakterleri kontrol etmek erkekleri neden cezbeder ve oyun firmaları bu konuda neden ısrar eder anlamam!!! Bunun için de oyunlar var gidip onları oynasınlar...

Hiç bitmez sandım ama bitti. Öyle bölümler sonlara doğru öyle bosslar vardı ki hiç geçemeyeceğim sandım. Elimde ne büyü ne iyileştirici kalmış bitek silahlarım. Ama bitti işte. Sonra girdim sattım gittigidiyorda. İşin eğlenceli tarafı alan kişi de bir bayandı :))

Oyundan keyif aldım şimdi onun kadar sevebileceğim bir oyun bulabilir miyim bilmiyorum. Demolar indirip oynayıp öyle alacağım. İlk göz ağrım Alice'in PS3 oyunu çıkacak seneye. Heyecanla onu bekliyorum. İşte onu alırsam satmam.
Lütfen tadından yenmez bişey olsun beni eskiye döndürsün...

Bi de ikinci bir kol alırsak Tekken alıp önüme gelenin ağzını burnunu kırmak istiyorum. Geçen Assasin serisiniönerdiler incelemedeyim... Alice çıkana kadar oyalayıcım olabilir... :)

6 Şubat 2010 Cumartesi

Alacakaranlık / Twilight (Kitap Film ve Manwha)

Şu anki gençliğin yeni saplantısına öyle bir ön yargıyla yaklaştım ki.. Fantastik kurgu seven zamanında deli gibi Angel ve Buffy izleyen ben, konunun beni çekeceğini bile bile erteledim... Çünkü bu kadar satan best seller olan bir kitabın beni memnun etmeyeceği gibi bir düşünceye sahiptim. Böyle çok tutan kitaplardan memnuyetsizliğim pek sık olur. Ama bu sefer farklı oldu galiba..

Cullen Olayım Edward...


İlköğretimden başlayarak lise üniversite ve devamını da kapsayan yaş sınırları içinde geneli bekar hemcimslerimin neden Edward Edward diye sayıkladıklarını kitabı okur okumaz anladım. Bizden olan ve bizi bilen bayan yazarımız esas oğlanı öyle bir döşemiş ki resmen sayıklansın diye. Her genç kızın gönlünde yatan aslan artık vampire dönüşmüş. Bu esas oğlan tam hayallerdeki gibi. Öncelikle vampir iken yani aslında bir katil olması gerekirken bu isteğini engelleyerek hayvanlarla beslenme yoluna gitmiş ve iyiler safında yerini almış. Dahası süper duper yani ekstra kuvvetli ve hızlı. Sevdiği kızın hayatını her yönüyle defalarca kurtarabiliyor. Bir kızın kendini yanında güvende hissedebileceği biri. Daha çok yazarım.. Mesela Bella'ya o kadar hassas davranıyor ki. Karşısındakinin kıymetli kırılgan narin birşey olduğunu hissettirerek. Ayrıca uyumuyor ve Bella'yı uyurken seyretmekten zevk alıyor. Bilindiği üzere her romatik filmin vazgeçilmez sahnesi sevgili uyurken aşık gözlerle onu izlemektir. Her kız uyandığında ona aşk dolu gözlerle bakan bir erkek bulma hayali kurar. Edward ile bu her gece yaşanabilir işte. Böyle böyle daha sayılacak çok şey var. Hak veriyorum Edward hayranlarına çünkü iyi şekillendirilmiş bir karakter. Fakat işin kötü yanı böyle her an her saniye sadece seni düşünen erkek ya romanlarda yada filmlerde olur.

Alacakaranlık Okurken...


Yer yer sıkkın zamanlar geçirdiğim bir dönemde beni başka bir alem taşıdığı için bu kitaba minnetarım. Keyifle okudum. Artık genel konuyu herkes bilse de şöyle bir özet geçelim. Kitap Bella adlı annesi yeniden evlendiği kocasıyla rahat rahat seyahat edebilsin diye çok sevdiği güneşli mekandan (bu güneş olayının üstüne bol bol basılıyor)babasının yaşadığı gün yüzü görmeyen yağmurlu ve soğuk kasabaya taşınması ve orada kendi gibi ailesiyle yaşayan bir vampir Edward ile tanışması ve anında aralarında filizleniveren aşkı anlatıyor. Güzel olan taraf Edwardın Bellayı sevmesi kadar onu deli gibi yemek istemesi ve sürekli kendini durdurmaya çalışması.

Kitabın ilk yarısı okurken beni bayar gibi olmuştu ama sonra alıştım. Konular Bellanın ağzından anlatılıyor ve onun duygu ve düşüncelerine o kadar çok yer veriliyor ki başta dedim bu bitmeyecek. Ama sonra alıştım ve bu durum hoşuma gitmeye başladı. Benim okuduğum hangi baskıydı bilmiyorum ama çok imla hatası vardı sinir oldum biraz :)

Yinede arkasında yazan yorumlarda yer alan son "10 yılın en iyi kitabı" gibi bir yakıştırmayı hakettiğine inanmıyorum. Belki orjinal hali edebi yönden çok çok iyi ama biz çevirisini okuduğumuz için o kadar etkilenemiyoruz. Yada bende bir problem var. Olabilir bilemiyorum..

Alacakaranlık İzlerken...


Kitabı bitirdiğimin haftasında dvd alıp izledim. Hatta ilk defa şımarıklık yapıp akşam 9 da Kocaya şimdi istiyorum bu gün gidip alalım bu gün izleyelim diye tutturdum o da beni D&R a götürdü :) Karakterleri kitabı okumadan önce gördüğüm için onlar hakkında bir yorum yapamayacağım. Yani hayallerimdeki gibi yada değildi vs gibi. Alice çok şeker o kesin. Öte yandan Rosalie'nin çok çok daha güzel olması gerek miyor muydu? Tam bir gençlik filmi, lise problemleri, balolar aşk meşk. Bunun vampirler ve gerilimle harmanlanması çok güzel. İşte bu yönüyle de bana Buffy'i hatırlatıyor. Vampir-insan aşkı ise Angel ve Buffyi :) Film güzel ama kitap çok daha güzel. Bazı sahnelerde kamera açısının sık sık değişmesi çok hoşuma giderken aşağıda görülen Edwardın Bellayı sırtlayıp uçar gibi göründüğü sahne 90ların süpermen filmlerini andıracak kadar dandik geldi :D


Kötü vampirlerin Bellayı atıştırmak(!) istediklerinde Cullen ailesinin savunmaya geçişinde aldıkları pozisyon ve kamera açısı çok rahatsız ediciydi.(Aşağıda resmi var) Çoook daha meydan okuyucu ve korkutucu olmalarını hayal ederken ben o sahnede güldüm :(( Sonra, ben orada Edwarddan bir hırlama sesi beklerken filmde sadece karizma sarsıcı kedi gibi tıslamalar duyduk...


Kitaba göre değiştirilmiş çok yer var ama bu da normal tabii. Okuma ve izleme mesafem yakın olduğu için film boyunca çok karşılatırma yaptım ve kitapta geçen olaylara göre çok eksik buldum. Arada durdurup Kocaya açıklama yapma gereği hissettim sürekli. Mesela film Bella'nın anlatımıyla başlasa da öyle devam etmiyordu. Keşke kitaptaki gibi onun duygularını filmde de duyabilseydik. Bella ve Edward'ın arasındaki aşkın gelişimi kitapta biraz daha yoğun işlenirken filmde yavan kalıyor bence. Sona doğru gelişen aksiyon sahnelerde kitapla farklılıklar arz ediyor. Kitapta Alice ve Carlisle'nin geçmişlerini öğrenebiliyoruz fakat filmde buna yönelik hiçbirşey yok. İlginç bir nokta ise kitaptaki karakterlerin teknolojiden filme göre daha uzak olması. Bellanın cep telefonu yok (hatta cep telefonu olayı Cullen ailesi Bella ile kaçarken ortaya çıkıyor) ve çok yavaş bağlanan bir modeme sahip bi desktopı var. Filmde ise cep telefonu olmayan yok (çağımıza uygun) ve önünde en gıcırından bir macbook (Bir çok amerikan filmine ve dizisine uygun):)

Sonuçta kitabını okuduğum ve filmini izlediğm için çok memnunum. Yeniay ile okumaya ve izlemeye devam edeceğim.

Neko'nun Unutamayacağı Sözler:

İngilizce yazdım çünkü Türkçeye çeviremeyecek kadar tembelim...

*Edward Cullen: Your scent, it's like a drug to me. You're like my own personal brand of heroin. (woaaww)

*Isabella Swan: About three things I was absolutely positive: First, Edward was a vampire. Second, there was a part of him-and I didn't know how dominant that part might be-that thirsted for my blood. And third, I was unconditionally and irrevocably in love with him.

*Edward Cullen: And so the lion fell in love with the lamb.
Isabella Swan: What a stupid lamb.
Edward Cullen: What a sick, masochistic lion. (Filmin ve kitabın özeti budur!!)

*Isabella Swan: Why did you hate me so much when we met?
Edward Cullen: I did, only because of wanting you so badly. I still don't know if I can control myself. (T_T)

*Edward Cullen: You don't know how long I've waited for you. :)

Manhwa mı? Okurum walla...

Muhtemelen scanlenmiş ziplenmiş yüklenmiş halini download ederek ulaşıp okuyabileceğim ama napalım, kitapçıda satıldı da biz mi almadık!!! Kitap ve filmden sonra şimdi de çizgiromanı yayınlanıyor. Ünlü manhwa çizeri (ben daha önce duymamıştım Koreli olmadığımdan mı, daha çok manga okuduğumdan mı, yoksa çizerlere dikkat etmediğimden mi bilinmez) Young Kim tarafından çizilecek ve İngilizce olarak yayınlanacak. İşin güzel kısmı ise filme nazaran kitaba sadık kalarak ilerleyecek ve çok daha fazla ayrıntı içerebilecek. İlk cildin Amerika'da 16 Mart'da yayımlanacağı bildirilmiş. Aşağıda internette yayınlanan renkli cilt kapağı, şu meşhur biyoloji labında geçen ilk konuşmayı içeren sayfanın örneği ve illüstrasyonlar var.

Bella filmdeki karaktere oldukça benziyor bence. Ama sanırım sıradanlıktansa biraz daha güzel bir karakter olarak resmedilecek :)

Bu sayfada görüldüğü üzere renklendirmeler dijital olarak yapılıyor. Çizimler sadece manga veya manwha havasındansa amerikan çizgi romanlarını da andırıyor. Ben açıkcası biraz hayal kırıklığına uğradım çünkü yapıştırma ile yapılan manga tonlarını her zaman daha çok sevmişimdir. Edward karizmatik çizilmiş ama filmdeki karaktere pek benzemiyor. Benzemek zorunda da değil zaten :)

Soldan sağa sırayla Edward, Jacob ve Bella'nın illüstrasyonları...


Okurken karşılaştırma yapmak çok keyifli olacağa benzer... Kıyafetler acaba biraz daha mı gotik olacak. Bellanın fırfırları ne öyle yaa...

Son olarak: Bu yeni saplantımdan çok memnunum. Böyle bir yazı yakında Yeni Ay kitap ve filmi için de olur sabreder okursanız ne mutlu bana :) Filmin DVDsi çıksa da alsak :)))